29 Ocak 2011 Cumartesi

TÜRKÇÜLÜĞÜN TARİHİ

Türkçülüğün yurdumuzda ortaya çıkmasından önce Avrupa’da Türklükle ilgili 2 hareket olmuştur. Bunlardan birincisi Türk hayranlığıdır. Türkiye’de yapılan ipekli ve yün dokumalar,halılar,kilimler,çiniler,mangallar,şamdanlar vb. Türk sanat eserleri çoktan Avrupa’daki sanat severlerin ilgisini çekmiştir. Bunlar Türklerin eseri olan bu güzel şeyleri binlerce lira vererek toplarlar ve evlerinde bir Türk salonu oluştururlardı. Bazıları da bunları diğer milletlere ait güzel şeyler arasında sergilerlerdi. Ressamların yaptıkları tablolar ile şairlerin yazdıkları kitaplar da türk hayranlığı içine girerdi. Avrupa da ki bu hararetlilik tamamen Türkiye deki Türklerin güzel sanatlardaki üstünlüklerin bir sonucudur.

Avrupa’da ortaya çıkan 2. Harekete de Türkiyat (Türkoloji) adı verilir. Rusya’da, İngiltere’de, Fransa’da, Almanya’da, Amerika’da, birçok bilim adamı eski Türklere, Hunlara,ve Moğollara ait tarihi ve arkeolojik araştırmalar yapmaya başladılar. Türk tarihinin çok eskiye dayandığını, oldukça yüksek medeniyetler kurduğunu ortaya koydular. Tabi ki bu hareketler yurdumuzdaki bir takım fikir adamlarının da ruhuna etki yapıyordu.

Sultan Abdulaziz’in son dönemi ile Sultan Abdulhamid’in ilk devirlerinde, İstanbul’da büyük bir düşünce hareketi görüldü. Burada hem bir Er cuman-i Danış (akademi) oluşmaya başlamış, hem de bir darülfünun (üniversite) kurulmuştu. Bundan başka askeri okullar yeni bir ruhla yükselmeye başlamıştı.

O zamanlar bir üniversitenin tarih profesör Ahmet Tevfik Paşaydı. Ahmet Tevfik Paşa, Şecere- i Türki’yi (Türklerin soy kütüğü) Doğu tarihçesinden İstanbul tarihçesine çevirdi ve Osmanlı lehçesi Türk lügati hazırlandı. Ahmet Tevfik Paşanın başka bir orijinalitesi de Moriel’nin komedilerini Türk geleneklerine adapte etmesi ve şahısların adlarını ve kimliklerini Türkçeleştirerek Türkçüye aktarması ve milli bir sahnede oynatmasıdır.

Darülfünun’un bu profesörü Türkçülüğün bu ilk esaslarını kurarken, askeri okullardan sorumlu olan, bakan Süleyman Paşada Türkçülüğü askeri okullara sokmaya çalışıyordu. Yurdumuzda ilk olarak Çin kaynaklarına dayanarak Türk tarihi yazan Süleyman Paşa olmuştur.

Avrupa tarihindeki Hunların Çin tarihindeki Hiyong-nu’ lar olduğunu ve bunların Türklerin ilk bilinen dedeleri olduğunu ve oğuz hanın Hiyong-nu devletinin kurucusu Mete olması gerektiğini bize ilk öğreten Süleyman Paşa’dır. Süleyman Paşa ayrıca dilimizin grameri ile ilgili bir kitap da yazdı.

Görülüyor ki Türkçülüğün ilk babaları Ahmet Vefik Paşa ile Süleyman Paşa’dır.

Türkiye’de Abdülhamit bu kutsal akımı durdurmaya çalışırken, Rusya’da iki büyük Türkçü yetişiyordu. Bunlardan biri Mirza Fethali Ahundzade’dir. Diğeri Gaspralı İsmail’dir. Abdulhamid’in etkisiyle, Türkçü olan Hüseyin-Zade Ali bey tıbbiyede Türkçülük esaslarını anlatılıyordu. Turan ismindeki şiiri, Turancılık idealinin ilk dışa vurumu idi. Yunan savaşının başladığı sıralarda, Türk şairi Mehmet Emin Bey: “Ben bir Türküm, dinim,cinsim uludur” dizesi ile başlayan ilk şiirini yayınladı. Bu iki şiir Türk hayatında yeni bir hareketin başlayacağını haber veriyordu. Halk vezninde millet sevgisi ile dolu şiirler yazıldı, İkdam Gazetesi de Türkçülüğün bir organı haline getirildi. Ancak Türkçe’yi sadeleştirmek adına yanlış bir teorinin izlenmesi Türkçülük akımının değer kaybetmesine sebep oldu. Bu yanlış, tavsiyecilik (arı Türkçecilik) fikriydi.

“Arı Türkçecilik” dilimizden Arap, Acem köklerinden gelmiş bütün kelimeleri çıkararak, bunların yerine Türk kökünden doğmuş eski kelimeleri veya Türkçe köklerden yeni eklerle yapılacak yeni Türk kelimelerini yerleştirmek demekti. Halk diline yerleşmiş Arapça ve Farsça kelimeleri Türkçe’den çıkarmak bu dili en canlı kelimelerden dini, ahlaki, felsefi kavramlardan yoksun kılacaktı. Bu yüzden bu hareket dilimizi sadeliğe ,açıklığa doğru götürecek yerde karışıklığa ve karanlığa doğru götürüyordu. Bundan başka doğal kelimeleri atarak onların yerine yapay kelimeler koymaya çalıştığı için, gerçek dil yerine yapay bir Türk esperantosu oluşturuyordu.

Bu sırada Türkiye’de ortaya çıkan gizli bir ihtilal örgütünde Pan-Türkizm, Pan-Ottomanizm, Pan-islamizm ideallerinden hangisinin gerçeğe daha uygun olduğu tartışılıyordu. Bu tartışma Avrupa’daki ve Mısırdaki genç Türklere dayanarak; kimileri Pan-Türkizm idealini kimileri Pan-Ottomanizm idealini kabul etmiştir.

23 Temmuz 1908 devriminden sonra Türkiye’de Osmanlıca düşüncesi egemen olmuştur. Bu sıralarda yaygınlaşmaya başlayan Türk Derneği Dergisi gerek bu nedenden, gerek arı Türkçecilik akımına kapılmadan dolayı hiçbir rağbet görmedi.

31 Mart’tan sonra Osmanlıca fikri eski geçerliliğini kaybetmeye başladı. Zamanında Abdulhamid’e İslam birliği düşüncesini aşılamış olan Alman Kayseri, bu fırsattan yararlanarak Sultanahmet Meydanı’nda İslam birliği adına bir miting yaptırdı. Bu günden itibaren ülkemizde gizli İslam birliği oluşturulmaya başladı. Genç Türkler “Osmanlıcı” ve “İslam birliği” taraftarı olmak üzere, iki karşı gruba ayrılmaya başladılar. Osmanlıcılar kozmopolit İslam birliği tarafları ise,ültramonten idiler. Her iki akım da ülke için zararlıydı.

Bu sırada Selanik’te Genç Kalemler adında bir dergi çıkıyordu. Amacı dilde sadeliği gerçekleştirmekti.Ziya Gökalp’in görüşleri şunlardı: Türkçe’yi yeniden düzenlemek için, bu dilden bütün Arapça ve Farsça kelimeleri değil, Arap ve Fars kurallarını atmak. Arapça ve Farsça kelimelerden de Türkçesi olanları çıkararak, Türkçe karşılığı bulunmayanları dilde bırakmak. Gökalp dil meselesini yeterli görmeyerek Türkçülüğü bütün idealleriyle bütün programıyla ortaya atmak gerektiğini düşündü. Bütün bu fikirleri içeren Turan şiirini yazarak Genç Kalemler’de yayınlandı. Bu şiir tam zamanında yayınlanmıştı. Çünkü Osmancılıktan da İslam birliği fikrinden de ülke için tehlikeler doğacağını gören genç ruhlar, kurtarıcı bir ideal arıyorlardı. Turan şiiri bu idealin ilk kıvılcımı idi.

Türk şiirinden sonra Ahmet Vefik Bey, altın ordu makalesini yayınladı, İstanbul’da Türk yurdu dergisiyle Türk Ocağı Cemiyeti kuruldu. Halide Edip Adıvar, Yeni Turan adlı romanı ile, Türkçülüğe büyük bir değer verdi. Hamdullah Suphi Bey, Türkçülüğün aktif bir önderi oldu. Bütün bu isimler gerek Türk yurdunda gerek Türk Ocağında birleşerek çalıştılar. Fuat Köprülü, Türkoloji alanında büyük bir bilim adamı oldu. Yakup Kadri,Yahya Kemal,Falih Rıfkı,Refik Halit,Reşat Nuri gibi yazarlar ve Orhan Seyfi,Faruk Nafiz,Yusuf Ziya,Hikmet Nazım gibi şairler yeni Türkçe’yi güzelleştirdiler.

Bununla beraber Türkçülüğe ait bütün bu hareketler verimsiz kalacaktı,eğer Türkleri Türkçülük ideali çevresinde birleştiren,büyük bir yok oluş tehlikesinden kurtarmayı başaran büyük bir dahi ortaya çıkmasaydı. Bu büyük dahi hiç şüphe yok ki,Gazi Mustafa Kemal Paşa’dan başkası değildir. Eskiden Türkiye’de Türk milleti hiçbir önemli yere sahip değildir,bugün her hak Türk’ündür.Bu topraktaki egemenlik Türk egemenliğidir,bu kadar kesin ve büyük devrimi yapan kişi Türkçülüğün en büyük adamıdır. Çünkü düşünmek ve söylemek kolaydır .Fakat yapmak ve başarıyla sonuçlandırmak çok güçtür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder