8 Temmuz 2011 Cuma

Osmanlı İmparatorluğu Pc-CDROM

alt

“Osmanlı’ya iki kıta üzerinde hükmetmek yetmez. Zira Allah’ın azmi iki kıtaya sığmayacak kadar büyük bir davadır. Selçukluların varisi biz olduğumuz gibi, Roma’nın da varisi biziz.”Orhan Gazi’nin oğlu Murad Bey’e nasihati
Kuşkusuz böylesine büyük bir devletin bu kadar uzun ömürlü olmasını yalnızca askeri güçle açıklamak mümkün değildir. Osmanlı Devleti’ni cihan devleti ünvanına layık kılan unsurların başında temelini dayandırdığı ve gücünü aldığı manevi değerler gelmektedir. Herşeyden önce Osmanlı Devleti, devletin kurucusu olan Osman Gazi’ye Şeyh Edebali tarafından verilen şu öğütler üzerine bina edilmiştir:
Ey oğul, artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize, gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoşgörmek sana. Anlaşmazlıklar bize, adalet sana. Haksızlık bize, bağışlamak sana…

osmanli02.jpg (67690 bytes)

osmanli03.jpg (55092 bytes)
Osmanl__Devleti.part1.rar

Osmanl__Devleti.part2.rar
Osmanl__Devleti.part3.rar
__._,_.___

11 Şubat 2011 Cuma

Türk Sultanları - Sultan Alparslan

Selçuklu Devleti hükümdarı, Türk milletinin en büyük kahramanlarından. Selçuklu Devletinin kurulmasında önemli rolü olan Horasan valisi Çağrı Beyin oğludur. 20 Ocak 1029’ da doğdu. İyi bir tahsil gördü, sayısız zafer kazanarak mertliği ve iyi kumandanlığı ile ün saldı. Babasının ölümünden sonra Horasan valisi oldu. Amcası Tuğrul Bey, 4 Eylül 1063’te öldüğü zaman vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına Alparslan’ın ağabeyi Süleyman getirildi, fakat Türk beyleri buna itirazda bulundular ve Alparslan’ı hükümdar tanıdılar.

  Alparslan 27 Nisan 1064te büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının vezirliğini yapan ve Süleyman’ın tahta çıkmasını isteyen Amidülmülk Kündiriyi azledip, büyük bir devlet adamı olarak tarihe adı geçen Nizamülmülk’ü vezir tayin etti. Başına buyruk beylerle mücadeleye girişen Alparslan, hepsini bir bayrak altına toplamayı başardı. Böylece Selçuklu Devleti kuvvetlendi.1064 yılının sonuna doğru Alparslan, Bizans İmparatorluğunun üzerine yürüdü. Gürcistan’ı zaptetti.

  İsyan eden kardeşi Kavurdu itaate zorladı. 1065te Amuderya ırmağını geçti, o bölgedeki hükümdarla anlaştı. Alparslan’ın beyleri, Anadolu’da akınlar yapıp sayısız zafer kazandılar. Selçuklu Sultanının gittikçe kuvvetlenmesi Bizans İmparatorluğunu telaşlandırdı. İmparator Romanos Diyojenes ordusunu toplayıp sefere çıktı. Palu’ya geldiğinde Malatya’da bıraktığı ordusunun Türkler tarafından perişan edildiği haberini aldı. Geri dönmeye mecbur kaldı. 1070 yılında Alparslan, Horasan ve Irak ordularının başında Azerbaycan’a girdi, sınırdaki kaleleri fethetti.

  Van gölünün kuzeyinden geçerek Malazgirt önüne vardı, kale teslim oldu. Diyarbekir'den
Elcezire’ye girdi, Urfay’ı kuşattı. Mısır’da birbirleriyle mücadele eden Fatımi komutanları, Alparslan’ı Mısırı almaya teşvik ediyorlardı. 1071 yılında Selçuklu ordusu Halep’te toplandı.

Bizans Ordusu Geçtiği Yerlerde Büyük Katliamlar Yapıyordu

  Alparslan’ın Mısır Seferine çıktığını öğrenen Bizans İmparatoru Diyojenes son bir hamle yapmayı düşündü. Azerbaycan’a kadar giderek Türk kalelerini zapta ve Türkleri Anadolu’dan atmaya karar verdi. Rumeli’de yaşayan Peçenek ve Oğuz Türklerini de ordusuna kattı. 13 Mart 1071de 200.000 kişilik Bizans ordusu İstanbul’dan yola çıktı. İmparator, halkına büyük zaferle dönmeyi vad etmişti. Diyojenes ve ordusu yol boyunca katliam yaparak Erzurum yoluyla Malazgirt’e ulaştı. Halebi teslim aldığı sırada Bizans ordusunun gelmekte olduğunu öğrenen Alparslan, Mısır Seferinden vazgeçip kuzeye doğru yola çıktı.

  Bizans ordusunun harekatını günü gününe haber alarak, vaziyetini ona göre ayarladı. Musul, Rakka, Urfa yoluyla Diyarbekir ve Bitlis’e ulaştı. Ordusundan on bin kişilik bir kuvvet ayırıp Ahlat’a gönderdi. Bizans kuvvetleri ile ilk çarpışma Ahlat’ta oldu. Bizanslılar bozuldu. Buna iyice kızan imparator, Malazgirt Kalesine hücum edip, içerde yaşayan kadın-çocuk, ihtiyar ne varsa hepsini öldürdü.

  Malazgirt’e doğru devamlı yol alan Alparslan 24 Ağustos günü Malazgirt’in doğusundaki Rahva Ovasına ulaştı. Ahlat’a gönderilen kuvvetlerin gelmesi ile kısa bir zamanda karşısına çıkmasına şaşıran Bizans İmparatoru da, ordusunu Rahva Ovasının öbür tarafında düzene koydu. Anlaşma tekliflerinin reddedilmesi üzerine savaş hazırlıkları başladı.

 

Yarabbi! Seni Kendime Vekil Yapıyorum

   26 Ağustos Cuma günü askerlerini toplayan Alparslan atından inerek secdeye vardı ve; “Ya Rabbi Seni kendime vekil yapıyor; azametin karşısında yüzümü yere sürüyor ve senin uğrunda savaşıyorum. Ya Rabbi Niyetim halistir; bana yardım et; sözlerimde hilaf varsa beni kahret” diye dua etti. Sonra atına binerek askerlerine döndü ve; “Ey askerlerim Eğer şehid olursam bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır. Benden sonra Melikşah’ı tahta çıkarınız ve ona bağlı kalınız. Zaferi kazanırsak istikbal bizimdir.”

  Bu sözler orduyu coşturdu. Büyük şevkle ileri atıldılar. Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği planlamıştı. Hilal şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dövüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu, hilalin içine düştü. 200.000 kişilik koca ordu perişan oldu. İmparator esir edildi.

 Sultan Alparslan savaştan sonra huzuruna getirilen imparator, hiç ümid etmediği şekilde affetti. Bizans imparatorunun harp tazminatı ödemesi, her yıl haraç ve ihtiyaç halinde Selçuklu ordusuna asker göndermesi karşılığında barış anlaşması yapıldı. Fakat Diyojenes, İstanbul’a geri dönerken, Bizans tahtının el değiştirmesi, anlaşmayı geçersiz kıldı.

   Alparslan da, Selçuklu şehzadelerini Anadolu’yu fetihle görevlendirdi. Türkler, kısa zamanda  Anadolu’ya hakim oldular. Sultan Alparslan, Malazgirt zaferinden sonra 1072 senesinde çok sayıda atlı ile Maveraünnehr’e doğru sefere çıktı. Türkleri bir bayrak altında toplamak istiyordu. Ordunun başında Buhara’ya yaklaştı. Amuderya nehri üzerinde bulunan Hana kalesini muhasara etti. Kale komutanı, batıni sapık fırkasına mensup Yusuf el-Harezmi, kalenin fazla dayanamayacağını anladı ve teslim olacağını bildirdi.

Kalbime Bir An Gurur Geldi

  Hain Yusuf, Alparslan’ın huzuruna çıkarıldığı sırada Sultana hücum edip, hançer ile yaraladı. Yusuf’u derhal öldürdüler. Fakat Sultan Alparslan da aldığı yaralardan kurtulamadı. Dördüncü günü, 25 Ekim 1072 tarihinde; “Her ne zaman düşman üzerine azmetsem, Allahü tealaya sığınır, Ondan yardım isterdim. Dün bir tepe üzerine çıktığımda, askerimin çokluğundan, odumun büyüklüğünden bana, ayağımın altındaki dağ sallanıyor gibi geldi. ‘Ben, dünyanın hükümdarıyım. Bana kim galip gelebilir?’ diye bir düşünce kalbime geldi. İşte bunun neticesi olarak, Cenab-ı Hak, aciz bir kulu ile beni cezalandırdı. Kalbimden geçen bu düşünceden ve daha önce işlemiş olduğum hata ve kusurlarımdan dolayı Allahü teala’dan af diliyor, tövbe ediyorum. La ilahe illallah Muhammedün resulullah...” diyerek şehid oldu.

Bidat Nedir Bilmeyiz

Tahran yakınlarındaki Rey şehrine defnedildi. Yerine oğlu Melikşah geçti. Sultan Alparslan saltanatı müddetince İslam dinine hizmet etti. İslamiyeti içten yıkmaya çalışan gizli düşmanlara ve batıni, şii hareketlerine karşı çok hassastı. Hatta bir defasında; “Kaç defa söyledim. Biz, bu ülkeleri Allahü tealanın izniyle silah kuvveti ile aldık. Temiz müslümanlarız, bidat nedir bilmeyiz. Bu sebepledir ki, Allahü teala,biz halis Türkleri aziz kıldı.” demişti.

  Alparslan, büyük tarihi zaferlerinin yanı sıra, medreseler kurmak, ilim adamlarına ve talebeye vakıf geliri ile maaşlar tahsis etmek, imar ve sulama tesisleri vücuda getirmek suretiyle de hizmetler yaptı. İmam-ı azamın türbesini, Harezm Camiini ve Şadyah kalesi gibi pek çok eser inşa ettirdi.Zamanında; İmam-ı Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimler yetişmişti

Türk Sultanları - Babür Şah

Hindistan’da en büyük İslam Devleti olan Gürganiye Devletinin kurucusu. Asıl adı Zahireddin Muhammed Babür’dür. Timur Han soyundan gelip, babası Sultan Ebu Said’in oğlu, Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirza’dır.

14 Şubat 1483’te Fergana’da doğdu. 1493’te babasının ölümü üzerine Fergana hükumetine varis oldu. 11 sene Özbek ve Tatar melikleri ile savaş edip, nihayet hakimiyeti sağlayamayacağını anlayarak güneye indi. 1504’te Kabil’i fethedip kendisine başşehir yaptı. Aynı zamanda Gazne’yi aldı ve kısa zamanda Afganistan’ın büyük bir kısmını içine alan bir devlet kurdu. 1511 Ekiminde Semerkant İmparatorluk tahtına oturdu. Bir ay sonra Taşkent’i, Buhara’yı aldı, bütün Maveraünnehr’e hakim oldu. Fakat, bir müddet sonra, Özbekler tarafından ata yurdundan kovuldu.

Büyük Zaferler Kazandı

Babür Şah, 1519’da Hayber’i geçerek, Hindistan’a girdi. Pencab’a düzenlediği beş sefer sonunda bütün kuzey Hindistan’ı fethetti. 1525’te Hindistan’ın tamamını fethetmek üzere Kabil’den ayrıldı. 1526’da, yani Osmanlılar’ın Mohaç Zaferinden birkaç ay önce, Paniput Meydan Muharebesinde Sultan İbrahim Ludi’nin 100.000 asker ve 1.000 filden müteşekkil büyük ordusunu yendi. Bu zaferle Babürlüler (Gürganiye) Devletini kesin olarak kurdu (1526). Böylece Hindistan, Türk İmparatorluğu tacı Ludilerden Babür’e geçti.

Bu başarıdan sonra Delhi, Agra ve Hanpur’u alan Babür Şah, Agra’yı başşehir yaptı. 1527’de Hindular üzerine yürümek için Agra’dan çıktı. Hindular aralarında ittifak kurduktan sonra, 100.000 kişilik bir ordu ve birkaç yüz zırhlı fille yeni Hindistan fatihinin üzerine yürümeye başladılar. Çok kritik ve tarihi bir andı.

Babür’ün harbi kaybetmesi demek, Ganj Vadisinin Hinduların eline düşmesi, netice itibariyle beş asırlık Müslüman ve Türk hakimiyetinin Hint kıtasından atılması demekti. Babür 13.500 kişilik pek seçkin bir Türkistan atlı birliği ile düşman üzerine yürüdü. Yanında Osmanlı Türklerinden Mustafa Rumi’nin kumanda ettiği bir topçu birliği de bulunuyordu.

 Hindularda ne top, ne de tüfek vardı. Ateşli silahlar ve Türk atlısının üstün savaş kabiliyeti, Babür’e savaşı kazandırdı. Düşman tamamen imha edildi. Bu, Babür Şah için Paniput’tan daha büyük bir zaferdi.

Biyana civarında geçen bu Kanva Meydan Muharebesinde birkaç saat içerisinde düşmanı yok eden Babür, “Gazi” ünvanını aldı. Meşhur Zeynüddin Hafi’nin torunu Şeyh Zeyn Hafi’nin kaleme aldığı “Zafername”, bütün İslam memleketlerinin hükümdarlarına gönderildi. Bundan sonra Odh (Audh) eyaleti de fethedildi. Ardarda yapılan fetihlerle Babür İmparatorluğunun sınırları çok genişledi.

Edip, Şair, Sanatkârdı

Babür Şah, 25 Aralık 1530’da Agra’da öldü ve vasiyeti üzerine pek sevdiği Kabil’e götürülüp, orada gömüldü. 1526’da kurduğu devlet 1858 senesinde İngilizlerin işgaline kadar, 332 sene varlığını sürdürmüştür. Kabri üzerine Şah Cihan tarafından 1646’da muhteşem bir türbe yaptırıldı. Babür Şah memleketin imarı için gayret gösterdi. Hindistan ve Afganistan’da birçok yollar, kervansaraylar ve medreseler yaptırıp, fethettiği yerleri mamur hale getirdi.

Alim, edip bir zat olan Babür Şah, hayatını kendisi yazdı. “Tüzük-i Baburi” (Babürname) adını verdiği bu kitabı, Ekber Şah zamanında Çağatay dilinden Farsçaya sonra İngilizceye tercüme edilerek neşredildi. Türkçe pek değerli bir “Aruz risalesi” yazdı ve kendisine doğduğu zaman Zahirüddin Muhammed adını veren zahiri ve batıni ilimlerin hazinesi büyük mutasavvıf Hace Ubeydullah-ı Ahrar hazretlerinin Farsça Hanefi fıkhı üzerine yazdığı “Risale-i Validiyye”’yi Türkçe nazma çevirdi.

Yine Hanefi mezhebine ait fıkıh bilgilerini içine alan “Mübeyyen” adlı eseri yazdı. Şiirlerini “Divan”’da topladı. Orjinal yazı stili, “Hatt-ı Baburi” adıyla meşhur oldu. Babür, Türkçe’den başka pek mükemmel surette Farsça, Arapça ve Moğolca biliyordu. Ölümünden sonra “Hazret-i Firdevs-Mekani” ve “Hazret- i Giti-Sitani” (Cihan Fatihi) diye anılmıştır.

Tarihçi Yılmaz Öztuna “Türk Tarihinden Portreler” kitabında diyor ki;

Bâbur’un Doğu Türkler adına Hindistan’ı fethinden sadece 4 ay sonra Kanuni Sultan Süleyman da Mohaç’ı kazanıp Batı Türkleri adına Macaristan’ı fethetti. 16. asra “Türk Asrı” denmiştir.
    
Tarihin gördüğü en muhteşem devletlerden birinin kurucusu olan Bâbur Şâh, 2.700 yıllık Türk tarihinin en seçkin şahsiyetlerinden biridir. 2.700 yıl içinde Türkler’in her alanda yetiştirdiği birkaç yüz dahinin arasından en büyük 20’si seçilse Bâbur rahatça aralarına girer. Askerlik ve Yönetimdeki dehası yanında san’at dehası, kabiliyetlerinin çeşitliliği, uzun olmayan bir ömre sığdırabileceği şeyler pek çok tarihçinin hayranlığını kazanmıştır.

Bâbur Şâh; edebiyatçı, yazar, bestekâr, mimar, bahçe mimarı, nakkaş,  müzehhib, hattat, mutasavvıf, zoolog ve botanist’ tir. Din, ilm ve san’at adamlarını çok cömertçe himaye etti. Doğu Türkleri’nin Herat Rönesansı’nı Hindistana getirdi.

En önemli eseri Bâbur-nâme adlı hatıralarıdır. Bu da Çağatay Türkçesidir. Türk dilinde bütün zamanlarda nesirle yazılmış eserlerin en mühim birkaçı arasında yer alır. Gerçek bir şaheserdir. Bâbur-nâme’yi okumayan bir Türk aydını çok şey kaybetmiştir.

Türk Sultanları - Gazneli Mahmûd

Gazneliler Devletinin en büyük hükümdârı, Hindistan Fâtihi ve büyük İslâm kahramanı. 2 Kasım 971 târihinde doğdu. Babası Gazneliler Devletinin kurucusu Sebük Tegin, annesi ise Zâbulistan bölgesinden asil bir âilenin kızıydı.
Daha gençlik yıllarında devlet idâresinde görev almaya başladı ve babasının yanısıra katıldığı savaşlarda cesâret ve zekâsıyla kendini gösterdi. Babası Sebük Tegin’in vefâtı üzerine, orada bulunan küçük kardeşi İsmâil, yerine geçti ise de, Sultan Mahmûd hemen Gazne’ye giderek, mülkünü kardeşinin elinden aldı ve saltanatını îlân etti (997).
Sâmânîlerin elinde kalmış olan Buhârâ, Horasan, Herat, Belh, Bust ve Kâbil’i zaptetti. İran ve Irak taraflarında hüküm süren Şiî Büveyhîler (932-1062) ile önce savaş ve sonra sulh ederek saltanatını tanıttırdı. Şâfiî âlimi Ebû Hâmid İsfahânî’yi Bağdat’taki Abbâsî halîfesine gönderdi. Halîfe el-Kadir (991-1030), Gazneli Mahmûdun elçisini memnûniyetle karşıladı. Yeni hükümdâra saltanat alâmetlerinden hil’at, tâç, bayrakla birlikte, sâhib olduğu ülkelerin “Ahid”ini gönderip, “Yemînü’d-Devle”, “Velî Emîrü’l-Mü’minîn” ve “Emîrü’l-Mille” lakablarını verdi.
Sultan, gönderilenleri kabulden sonra İslâm dînini yaymak ve İslâm düşmanlarıyla mücâdele etmek için her yıl Hindistan’a sefer yapmayı vâdetti. Bundan sonra başşehir Gazne’de büyük bir merâsimle hil’ati ve tâcı giyen Mahmûd, Abbâsî Halîfesi El-Kadir adına hutbe okuttu.
Sultan Mahmûd sırasıyla Horasan ile bugünkü Afganistan ve Belûcistan denilen ülkeleri tamâmen hükmü altına aldı. Mâverâünnehr Hânı İlikHan ve sonra Kadir Hanla savaşarak, Ceyhûn’un ötesine ve Harezm’e kadar sınırlarını genişletti. Şiî Büveyhîlerden İran ve Irak taraflarında Rey, İsfehan, Kazvin, Sâve, Zencan, Ebher şehir ve kalelerini alıp, sapık akımlara kapılanları şiddetle cezâlandırdı. Râfizîliği ve felsefî ideolojilere âit kitapları imhâ ettirip, yıkıcı faaliyetlere katılanları sıkıca tâkib ettirdi.

Yeminini ve Sözünü Tuttu
Gazneli Mahmûd böylece ülkesinin kuzey cephesini emniyete aldıktan sonra, tahta çıkarken yaptığı yemine ve verdiği söze sâdık kalarak Hint seferlerine başlamaya karar verdi. Eylül 1000 târihinde ilk Hind Seferine çıkan Sultan Mahmûd, bu târihten 1027 yılına kadar Hindistan’a on yedi büyük sefer yaptı.
Birinci seferine Eylül 1000 târihinde çıktı. Kabil’in doğusunda Lamgan bölgesinde Hintlilerin elinde bulunan birkaç kaleyi zabtederek geri döndü. Sultan Mahmûd’un İkinci Hind Seferi, Vayhand Racası Caypal’e karşı oldu. 27 Kasım 1001 târihinde Peşaver yakınlarında yapılan savaşı Gazneli ordusu kazandı.
Caypal on beş kadar oğlu, torunu ve büyük kumandanlarıyla esir düştü. Sultan Mahmûd’un eline bu zaferden sonra muazzam bir ganîmet geçti. 1004 yılında Bhatiya bölgesi racası Beci Ray üzerine yürüdü. Bu seferde Bhatiya Racalığının bütün bölgelerini ele geçirdi. Bölgede mescitler ve minberler inşâ ettiren Sultan, İslâmiyetin esaslarını öğretmeleri için âlimler de tâyin etti.
Sultan Mahmûd dördüncü seferini Multan üzerine yaptı. Multan Hâkimi Ebü’l-Feth Dâvûd, Karmatî bozuk inanışına sâhib olup, Ehl-i sünnet düşmanıydı. Gazne ordusunun üzerine geldiğini haber alan Ebü’l-Feth şehri terk ederek İndus Nehri üzerindeki bir adaya kaçtı. Multan’ı zabteden Sultan, buradaki Karmatîleri cezâlandırdı.
1008 yılında Multan’ın yeni vâlisi Suhpal’ın Müslümanlığı terk ederek Moğol dînine dönmesi üzerine, Sultan Mahmûd çetin kış şartlarına rağmen Beşinci Hint Seferine çıktı. Multan önünde yapılan savaşı kazanarak, Suhpal’ı tutuklatıp Multan ve çevresinin idâresini komutanlarından Tegin Hazin’e bırakarak Gazne’ye döndü.

Aynı yıl Kuzeybatı Hindistan ve Pencab bölgesi racalarının İslâmiyetin yayılmasını önlemek üzere faaliyete girişmeleri üzerine tekrar harekete geçen Sultan Mahmûd, müttefik kuvvetlere karşı Vayhand şehri ovasında yapılan muhârebeyi ağır kayıplar vererek kazandı. Ancak bu savaş ile Kuzey Hindistan racalarının kuvvetleri ezilmiş ve Pencab yolu Müslüman-Türk orduları için güvenli bir hâle getirilmiş oldu.
Sultan Mahmûd, Ekim 1009 târihinde büyük bir ticâret merkezi olan Narayyanpur’u zabtetti. 1010 târihinde çıktığı seferde Multan’ı bütünüyle fethetti. Müslümanlara eziyet eden Karmatîlere ağır bir darbe daha indirildi. 1014 târihinde çıkılan Dokuzuncu Hint Seferinde Nandana Kalesinin fethinden sonra Keşmir üzerine yüründü. Keşmir kuvvetleri iki defâ bozguna uğratıldı. Bu zaferin Hindistan’daki yankıları pek büyük oldu ve İslâmiyet en uzak yerlere kadar yayıldı.
Putları Yıktırdı
Sultan Mahmûd, onuncu seferini, Hintlilerce mukaddes bilinen pekçok tapınak ve putun bulunduğu Thanesar şehrine yaptı. Hiçbir mukâvemetle karşılaşmadan şehre giren Sultan, bütün putları kırdırdı. “Çakrasvami” adındaki en meşhur putu Gazne’ye götürerek halka gösterdi. Bu zafer Hinduların Müslümanları tanımalarına sebeb oldu. Bunun netîcesinde pekçok kimse İslâmiyetle şereflendi. 1015 yılında Keşmir yolu üzerine Lokhot Kalesini kuşattı ise de şiddetli kış yüzünden bir netîce elde edemeyerek geri döndü.
Hint dünyâsı Sultan Mahmûd’dan o derece yılmıştı ki, herhangi bir yere sefere çıksa şöhreti ondan önce varıyor ve şehirler korkudan teslim oluyordu. On ikinci seferini zengin ve bayındır bir ülke olan Kanave’a karşı yaptı. Sirsava Kalesini zaptetti. Baran (Bulendşehr) Kalesi önüne geldiğinde Raca Hardat, Sultânı karşılayarak Müslüman olduğunu bildirdi ve şehri teslim etti. Onunla birlikte 10.000 taraftarı da İslâmiyeti kabul etti.

Mahmûd Han, sefere devamla Cumne ile Ganj nehirleri arasında bütün şehirleri aldı. 20 Aralık 1018’de de asıl hedefi olan Kanave’i fethetti. Bu seferden tahmînen üç milyon dirhem para, altmış bin esir ve beş yüz fil ganîmet ile dönüldü.
1020 yılında Kalincar, 1021’de Keşmir ve 1022’de tekrar Kalincar racaları üzerine seferler düzenleyen Sultan, bunları itâat altına aldı. On altıncı ve en meşhur seferleri Somnat üzerine yaptı. Bu şehirde bulunan kutsal bir tapınaktaki put her yıl yüzbinlerce Hindû tarafından ziyâret edilir ve en kıymetli mücevherlerle süslenirdi. Sultan Mahmûd bunu işitince bu sapık inançla birlikte o putu da yıkmaya karar verdi. Bu sâyede Hintliler arasında İslâm dîninin yayılması da çabuklaşmış olacaktı.
18 Ekim 1025 târihinde otuz bin atlı ve yüzlerce gönüllüden meydana gelen orduyla harekete geçen Sultan, 8 Ocak’ta Somnat’ı zabtetti. Tapınağa girdikten sonra müezzine, tapınağın üzerine çıkarak ezân okumasını emretti. Tapınaktaki putların tamâmını kırdırdı. Rivâyete göre tapınaktaki ganîmetten Sultân’ın payına düşen beşte bir malın değeri yirmi milyon dînâr idi. On yedinci seferinde ise Karmatî olan Mansura hâkimi Hafif’i cezâlandırdı.
İlme ve Sanata Büyük Önem Verdi
Yemînüddevle Mahmûd Gaznevî, cihangirâne fetihleri yanında, âlim bir zât olup, ilme ve sanata büyük önem verirdi. Sultan’ın sarayında her gün âlim ve şâirlerle devamlı ilmî müzâkereler yapılırdı. Sultan bu toplantıların birçoğuna kendisi de iştirâk ederdi. Sultan Mahmûd’un adına birçok eserler yazılmış olup, kendisine takdim edilmiştir.
Firdevsî’nin Şehnâme’si bunlardan biridir. Ehl-i sünnet âlimlerinin yetiştirilmesine büyük gayret sarf eden Gazneli Mahmûd, Râfizî ve bid’at ehline karşı sert, hak mezhep ve ehline karşı pek yumuşaktı. Dîne, medeniyete hizmetleri pek büyük oldu. Parlak bir devir açtı. Ebü’l-Hasan-ı Harkânî hazretleri onun zamânında yaşamış en büyük İslâm âlimlerinden biridir. Otuz üç sene adâlet ve muvaffakiyetle saltanat sürüp, 1030’da Gazne’de vefât etti. Gazne’deki türbesi pek mükemmel ve müzeyyendi. Yerine oğlu Celâlüddevle Muhammed geçti.
Sultan Mahmûd, ömrünün kırk beş senesini savaş meydanlarında dâimâ hareket hâlinde geçirdi. O, Türk-İslâm dünyâsının yetiştirdiği en büyük hükümdârlardan biridir. Son derece cesûr ve o derece de ihtiyatlıydı. Âlimleri toplayıp çok hürmet ve ikramda bulunurdu. Onların kalplere feyz veren sohbetlerinden faydalanırdı. İslâmiyeti yaymak gâyesiyle, iki cephede faâliyette bulundu.
 Hindistan’daki putperest Berehmenler ve Mısır Fâtımî Devleti (909-1171)nin yoğun propagandası ile İslâm ülkelerinde yayılan ve yıkıcı Râfizî-Bâtınî hareketleriyle mücâdele etti. Berehmenleri her yerde mağlûbiyete uğrattı. Buna karşılık Râfizîliği sıkı tâkib edip, ideolojilerini yasaklayıp, yıkıcı ve bölücü eserlerini imhâ etmesine rağmen, faaliyetlerini bütünüyle ortadan kaldıramadı. Lâkin yayılmasını büyük ölçüde önledi.
Devletin menfaatlerinin gerektirdiği her çâreye başvuran bir hükümdârdı. Hâdiseleri isâbetlice değerlendirmekte pek mâhirdi. Ordusu özel tâlim ve terbiye ile yetiştirilen ve sultânın şahsî birliklerini meydana getiren “Hassa Ordusu” ile ganîmetten hisse alan “Gönüllüler”den meydana gelirdi. Gaznelilerin savaş gücünün büyük bir kısmını gönüllüler meydana getirirdi.
Sultan Mahmûd, İslâm ülkelerinden, vazîfeli adamları aracılığıyle gâziler toplattığı gibi, sefer zamanlarında her taraftan gelerek kendiliklerinden orduya katılanlar da kalabalık bir mikdâra ulaşırdı. Sultan Mahmûd, bu sistem sâyesinde, Orta Doğuda cihâd yapmak arzusunda olan gayretli Müslümanlar ile zararlı faaliyetlerde bulunarak sosyal bünyeyi sarsabilecek işsiz güçsüzleri başka bölgelere seferber ederek, onlara yeni imkânlar temin ediyordu. Böylece, zâlim olmayan, bir disiplin altında toplanabilen bu insan gücünü, ülkelerine problem olmaktan çıkarıyordu.
Hindistan seferleri netîcesinde Gazneli Devleti, sınırlarını genişletip, çok zenginleşti. Gazne şehri parklar, bahçeler, zafer âbideleri, câmiler ve Ulu Câmi gibi mîmârî eserlerle süslenmişti. Ayrıca Belh, Nişâbur gibi büyük şehirler de, o devrin en güzel ve bakımlı beldeleri hâline gelmişti.
Gazneli Mahmûd, kalabalık orduları sevk ve idârede muktedir, üstün bir kumandanlık kâbiliyetine sâhipti. Her türlü iklim ve tabiat şartlarına göre savaş usûlü tatbik etmek, malzeme temin etmek, askerî birlikler yetiştirmekte de askerî bir dehâsı vardı. Hindlilere karşı iyi tâlimli okçu tümenleri kullanmış, Mâverâünnehr, Harezm ve Büveyhîler seferlerinde, bu ülkeler ordularının savaşmağa cesâret edemedikleri filleri ileri sürmüştü. Gazneli Mahmûd gerek iyi idâresi, gerekse hak severliği ve adâletiyle yüzyıllarca sevilmiş örnek devlet adamlarından biridir.

Türk Sultanları -Tîmûr Han

Türk-İslâm dünyâsının büyük hükümdarlarından. Târihin en büyük cihangirlerinden biridir. Babası Moğol Barlas Aşireti reislerinden Emir Turgaya, annesi Tigin Hatundur. 1336 senesinde  Mâverâünnehr’de Semerkand’la Belh arasında  Keş kasabasında doğdu. Âlimleri ve Allah dostlarını çok seven babası Emir Turagay, Tîmûr’a aklî ve naklî ilimleriyle kumandanlık bilgilerini ehil hocalarınelinden öğretti.
    Tîmûr, babasının vefâtından sonra emirler arasında geçimsizlikler yüzünden memlekette anarşinin hâkim olması üzerine siyâsete karıştı. Mâveraünnehr Hâkimi Emir Hüseyin ile birlikte Doğu Türkistan Hükümdarı Tuğluk, Tîmûr’a karşı mücâdele verdiler. 1370’te Emir Hüseyin ilearası açılan Tîmûr, onun ölümünden sonra Mâverâünnehr’e tek başına hâkim oldu ve Semerkand’a gelerek tahta çıktı.
Yaptığı Bütün Savaşları Kazandı
   Büyük askerlik vasıflarını üzerinde taşıyan Tîmûr Han, yedi senede İran’ı hâkimiyetialtına aldı. Âzerbaycan, Irak-ı Acem ve Irak-ı Arab’ı ele geçirdi. Yine 1371 ve 1379 yıllarında yaptığıseferlerle Harezm’i kendine bağladı. Ömrü harp meydanlarında geçen Tîmûr Han, 1389’a kadar beşsefer yaparak Uygurları itaat altına aldı. Mülteci Moğol Prensi Toktamış’a yardım edip, destekleyerek Altınordu hükümdarı yaptı.
  Toktamış Han, Tîmûr Hana ihânet edince, 1390 ve 1391’de onu iki kere mağlup etti. İtil Irmağı doğusuna hâkim oldu. Daha sonra Hindistan üzerine de sefer açıp, 1399’da Kuzey Hindistan’ı zaptederek büyük başarılar kazandı. Yaptığı bütün savaşları kazanan Tîmûr Han 1401-1402’de Suriye’yi, 1402 Ankara Savaşı sonunda bâzı Osmanlı topraklarını hâkimiyeti altına aldı. Böylece Çin’e ve Delhi’ye kadar bütün Asya’yı, Irak, Suriye ve İzmir’e kadar Anadolu’yu aldı. 200.000  kişilik bir ordunun başında Çin’e sefere giderken 1405’te vefât etti.
İlim Sahibi Olup Alimleri Korurdu
 Tîmûr Han ilim sâhibi, âlim, büyük bir hükümdardı. Âlimleri severdi. Pekçok medrese ve kütüphâne yaptırdı. Bilhassa Semerkant şehrini îmâr etti. Burada pekçok sanat eserleri yaptırarak, örnek ve zengin bir şehir hâline getirdi. Tüzükât-ı Tîmûr adıyla kânunlar çıkardı ve kendi târihini kendi yazdı.

 Çağatay dilinde yazdığı bu kitaplar Farsça ve Avrupa dillerine de tercüme edildi. Avrupa edebiyatında kendisine geniş yer verilmiş, 16. yüzyıldan îtibâren hakkında pekçok eser neşredilmiştir.
  Bu eserlerin pek çoğunda Tîmûr Handan iyi kalpli ve büyük hükümdar olarak bahsedilmektedir. Osmanlı hükümdarı Sultan Birinci Bâyezîd Han (1389-1402) ile harp ettiği için bâzı Osmanlı târihçileri bunu kötülemektedir.

  Ancak Tîmûr Hanın Ankara Savaşından sonra İzmir’i Hıristiyan şövalyelerden temizlemesi, Anadolu’daki sapık fırka mensuplarını cezâlandırması, bu seferin hayırlı netîcelerindendir. Tîmûr öncesinde Orta Asya Türklüğü, doğudan Moğol putperestliği, güneyden Hind Budizmi, batıdan Fars zerdüştlüğünün baskısı ve etkisi altındaydı.
   Tîmûr Han, devletinin mânevî temellerini dayadığı evliyâullahla Türkleri yeniden İslâmlaştırdı.
Tîmûr öncesinde Orta Asya Türklüğü göçebeydi. Tîmûr Mâverâünnehr’i şehirleştirdi. Obaları iskan etti. Su kanalları inşâsıyla toplumu tarıma geçirdi. Büyük şehirleri ticâret yollarına bağladı. Fetihleriyle âlimleri, sanatkarları Orta Asya’ya topladı.
Evliyalara Çok Büyük Sevgisi Vardı
   İlim adamlarına saygı gösteren, onları koruyan Tîmûr Han, Teftâzânî gibi büyük âlimleri meclisinde bulundurur, nasihatlerini dinlerdi. Âlimlere karşı o kadar saygısı vardı ki; Buhara caddesinden geçerken Muhammed Behâeddîn Buhârî (kuddise sirruh) hânekâhının halılarının silkildiğini öğrenince, İslâmiyete olan sevgi ve saygısının çokluğundan oraya yaklaşıp, tozları yüzüne sürerek bu bağlılığı  belirttiği rivâyet edilmektedir. Devrinde yaşayan İslâm âlimlerinin yanında, daha önce yaşamış olanlara karşı da hürmette kusur etmez, onların türbelerini yaptırırdı. Ahmed Yesevî hazretleri bunlardan biridir.
    Zamânında Fadlullah-ı Hurûfî tarafından kurulan ve “Hurûfîlik” adı verilen sapık fırka mensupları yayılmaya başladı. Kendisini tanrı îlân ederek bütün dinleri reddeden, kitaplarında dinsizlik ve ahlâksızlıkları anlatan Fadlullah’ı, Tîmûr Han, oğlu Miranşah’a emir vererek 1393’te öldürttü. Tekkelerini dağıttı. İslâm ülkelerindeki bu dinsizlerin çoğunu temizledi.
    Tîmûr Han, Hurûfî adındaki din ve ırz düşmanlarının yayılmasını önleyerek, İslâmiyete çok büyük hizmet etti. Bunun için sahte (Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin gösterdiği yoldan çıkan) Bektâşî, yâni Hurûfî tarikatının müritleri, Tîmûr Hanısevmez, onu hep kötülerler.
Başarılarının Sırları
   Yirmi yedi ülkenin hâkanı olan Tîmûr Han, başarılarının sırrını 12 maddede toplamış ve bunlara, oğullarının da uyması vasiyetiyle eserinde şöyle belirtmiştir:
1. Allahü teâlânın dînini ve hazret-i Muhammed’in şerîatini dünyâya yaymayı esas edindim. Her zaman her yerde İslâmiyeti tuttum.
2. Etrâfımda olan adamları 12’ye ayırdım. Gerek ülkeler fethi ve gerekse fethettiğim ülkeleri idârede bunların bâzısı bana kolları, bâzıları meşveretleriyle yardım ettiler. Bunların ikbâlinin artması için istihdam ettim. Bunlar sarayımın süsüydüler.
3. Düşman ordularını mağlup ve eyâletler feth etmekte âlimler ve emirlerle istişâre ettim. Hükûmet idâresinde yumuşaklık, insâniyet ve sabırla hareket ettim. Hiç meşgul olmuyor gibi görünürken her şeyibasîretim altında bulundurdum.
4. Hükûmet idâresinde kânunlara riâyet ve intizam o dereceydi ki vezirler, emirler, askerler ve halk bir üst sınıfa çıkmak için can atar halde değildi. Her biri bulunduğu sınıftan memnun olarak vazifesini yapardı.
5. Zâbit ve askerlerime cesâret vermek için altın ve cevâhir sarfından çekinmedim. Onları soframa oturttum. Böyle kıymetli bâzûların ve cengaverlerimin yardımıyla yirmi yedi imparatorluğun hükümdârı oldum.
6. Adâlet ve tarafsızlıkla Allah kullarının hep iyiliğini istedim ve onların teveccühünü kazandım.
7. Seyyitlere, ulemâya, fukahâya ve târihçilere mümtaz muâmele ettim. İyi ve cesur adamlar (Çünkü Allah böylelerini sever) benim dostlarımdı. Ulemâyla sıkı münâsebette bulundum. Bunlarla istişare ettim. Bunların hayır duâları bana zaferler temin etti.

   Derviş ve fakihleri himâye ettim. Bunlara zerre kadar fenâlık etmemeye uğraştım ve hiçbir taleplerini reddetmedim. Başkası aleyhinde söyleyenleri sarayımdan kovdum. Bunların sözlerine ve iftiralarına hiç ehemmiyet vermedim.
8. Her teşebbüsümü başarmakta sebatkâr idim. Bir projeyi bir kere kabul ettim mi artık bütün zihnim onunla meşgul olurdu. Onu muvaffakiyetle başarmadıkça aslâ terk etmedim. Hiçbir vakit hâlim (davranışlarım), kâlime (söylediğim sözlere) aykırı olmadı.
9. Halkın hâline vâkıf idim. Büyüklere kardeşim, küçüklere çocuklarım gibi muâmele ettim. Her eyâlet ve her şehrin ahâlisinin durumuna ve seciyesine göre âdetler edindim.
10. Bir kabîle veya bir Arap, bir Acem göçebesi bayrağım altına girmeği dileyince beylerini şerefle, diğer adamlarını mevkilerine göre îtibârla kabul ettim. İyilere iyilikle muâmele ettim ve kötülere fenâlıklarını iâde eyledim.
11. Oğul, torun, dost, müttefik benimle bağlantısı olan herkes iyiliğimden nasibdâr oldu. İkbal ve saâdetimin parlaklığı ve yüksekliği hiç kimseyi unutmaya sebep olmadı.
12. Gerek leh, gerek aleyhte hareket etsinler, her zaman askerlere hürmet ettim. Sürekli bir saâdeti, çabucak kayboluveren şeye üstün tutan adamlara teşekküretmek borçtur. Onlar cihâda koşuyor ve hayatlarını fedâ ediyorlar. Tîmûr Han kânunlaştırdığı bu düsturlar yanında savaş tekniklerinin de tam bir ustasıydı. Düşmanlarının siyâsî, iktisâdî ve askerî zayıflıklarını iyi bilir ve bunlardan istifâde ederdi.
   Bir sefere girişmeden önce, düşman ülkeye câsuslar göndererek onları içten zayıflatmaya çalışırdı. Savaş esnâsında başarıya ulaşmak için hareketlilik ve şaşırtmaca gibi pekçok harp hilesine başvururdu. Böylece her türlü maddî ve mânevî hasletlere sâhip olan Tîmûr Han Türk târihinin ender yetiştirdiği devlet adamlarından biridir.
Biz ki Türk Oğlu Türküz
   Bugün bâzı yazarlar devrin sosyal, kültürel ve siyâsî cephesi üzerinde hiç
durmadan onun Altınordu ve Anadolu seferlerini bahâne ederek bu büyük hâkana akıl almaz iftirâ ve karalamalarda bulunmaktadırlar. Bilhassa İslâmiyetten ayrı bir Türkçülük düşünenler bu tarz hissî yorumlara girmektedirler.
   Oysa; “Biz ki, Mülûk-ı Tûrân, Emîr-i Türkistânız!”, “Biz ki Türkoğlu Türküz!”, “‘Biz ki milletlerin en kadîmive en ulusu Türkün başbuğuyuz!” diyen Tîmûr Han Türk için İslâmiyetin ne demek olduğunu da bugünkü Türkçülere bundan 600 yıl önce şöyle söylemektedir:
“Tecrübe bana gösterdi ki, din ve yasalar üzerine kurulmayan bir devlet, uzun zaman yaşayamaz. Böyle devlet, çırılçıplak olup kendisini gören herkese karşı gözlerini yere dikmiş ve herkesin yanında saygı ve değerini yitirmiş adama benzer. Bu durumda böyle devlet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içine daldığı eve benzetilebilir. Bunun içindir ki, ben devletimin çatısınıİslâmiyet üzerine kurdum. Devletimi idâre için yasalar düzenledim. Bu yasalar uygulandığı sürece onlara aykırı hareket etmekten sakındım.”

Türk Sultanları - Bilge Kağan

Göktürkleri elli yıllık Çin esaretinden kurtararak ikinci defa Gök-Türk Hakanlığını kuran İlteriş (İl’i, devleti toplayıp tanzim eden) ünvanı ile anılan Kutluk Kağanın büyük oğlu. 684 yılında doğdu.
  Babası Kutluk Kağan öldüğü zaman kardeşi Kültigin’le birlikte, küçük yaşta olmaları sebebiyle, amcaları Kapağan Kağanın ve millet emekdarı, büyük müşavir Vezir Bilge Tonyukuk’un himayesinde büyüdü. O zaman Bilge Kağan 8, Kültigin Han 7 yaşında idiler.
  Amcası Kapağan Kağan tarafından 14 yaşında “şad” tayin edilerek devlet hizmetine girdi. Vezir Tonyukuk kumandasında Göktürk Hakanlığının İnal ile birlikte sevkettikleri batı orduları grubunda yer aldı. İnal Kağanla birlikte Altayları aşarak Bolçu’da On-ok ordusunu mağlup etti ve Seyhun (Sir derya= İnci Nehri) kıyılarına ulaştı.

  Tonyukuk’un başkumandanlığını yaptığı bu ordunun başında Maveraünnehr’e kadar dayanan Bilge Kağan, Kızıl Kum Çölüne girerek güney istikametini aldı. Göktürk Abidelerinde tezik şeklinde zikredildiği gibi, ilk defa olarak batıda Müslüman Araplarla karşılaşıldı (701). 709 yılında Kırgızlar’ın komşusu olan ve Yukarı Kem-İrtiş arasında bulunan Çikler ile Isıg Gölünün batısında yaşayan Azları, Hakanlığa bağladı.
  710 yılında kardeşi Kültiginle birlikte zaman zaman başkaldıran Kırgızları mağlup etti. 714’te Çin’in yığınak merkezi olan Beşbalık’ın kuşatılmasına, İnal Kağan, Tung-lu Tekin ve eniştesi ile birlikte katıldı. 22 Temmuz 716 tarihinde Çinlilerle münasebet kuran Bayırkular’ın amcaları Kapağan Kağanı pusuya düşürerek öldürmeleri üzerine karışıklığa sürüklenmiş olan devletin yükünü, Kapağan Kağanın oğullarını ve taraftarlarını bertaraf ederek, kardeşi Kültigin’le  birlikte yüklendi. Kültigin’le birlikte seferler yaptı. Memlekette karışıklıklar çıkaran Dokuz Tatarlar ve Oğuzlar üzerine yürüyerek bozguna uğrattı. Kültigin’in aşırı derece ısrarı üzerine 716 yılında hükümdar oldu.

Milletini Yurt ve Servete Kavuşturdu
  Gök-Türk orduları başkumandanlığını yüklendi. O zamana kadar bu vazifede bulunan baba yadigarı Bilge Kağanın kayın babası vezir Tonyukuk da devlet müşaviri olarak kaldı. İçte ve dışta yaptığı mücadelelerde büyük başarılar kazandı. Yurtsuz milleti yurtlu, fakir halkı zengin ettiği gibi, devleti ve milleti için canla başla çalıştı. 717 yılında Uygur İl-teber’i Kargan Savaşında yendi. Bir yıl sonra da  isyana teşebbüs eden Karluklarla savaştı ve galip geldi.
  Bilge Kağan, Çinlilerle iyi münasebet kurmak istiyordu. Bu Tonyukuk’un da arzu ettiği bir durumdu. Fakat Çinliler Türk birliğini bozmak için Beşbalık’taki Basmillar ile anlaşmışlardı. Bütün bunlar Çinlileri çok iyi tanıyan ve vaktiyle Kutluk (İlteriş) Kağanla birlikte istiklal mücadelesi veren Vezir Tonyukuk tarafından gayet iyi biliniyordu.
  Onun planı sayesinde Basmillar Beşbalık’ta kuşatılarak mağlup edildi. Entrikalarının boşa çıktığını gören Çin de baskı altına alındı. Çin ordusu Kan-su’da bozguna uğratıldı (Eylül 720). Daha sonra çeşitli seferler düzenlendi. Kitanlar ve Tatabılar saf dışı bırakıldı (722-723).
  Bütün bu hadiselerden sonra Çin iyi geçinme noktasına geldi.  725 yılında Çin İmparatoru tarafından gönderilen elçiyi Bilge Kağan, Kültigin ile Tonyukuk’un hazır bulunduğu bir mecliste kabul etti.

  Bilge Kağan, 725 yılında kayınbabası Tonyukuk’u 731 yılında da 47 yaşında olan kardeşi prens Kültigin’i kaybetti. Bu iki Türk büyüğünün ölümü hakanlıkta büyük boşluklar meydana getirdiği gibi, millet de, başta Bilge Han olmak üzere büyük üzüntü içine düştü.

Tevekkül ve İnanç Sahibi İdi

   Orhun Kitabeleri’nde bu husus: “Küçük kardeşim Kültigin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu, zamanın takdiri Tanrı’nındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır, kendimi bıraktım, gözden yaş akıtarak, gönülden feryad ederek yanıp yakıldım.” şeklinde Bilge Kağan’ın ağzından, kendi inançlarına göre, bir nevi tevekkül içinde anlatılmaktadır.
  Bu iki büyük millet ve devlet emekdarının hatırasına Bilge Kağan zamanında bengü taşlar (kalıcı eserler) dikilmiş, hizmetleri ve düşünceleri kendi ağızlarından verilmiştir. 734 yılının yazında K’itan ve Tatabılara karşı Töngez Dağında kazanılan savaş, Bilge Kağanın en son zaferi oldu. Bütün ömrünü milletinin birliği ve büyüklüğü için geçirmiş olan Bilge Kağanın 19’u “şad” 19’u da “kağan” olmak üzere 38 senelik bir hizmeti vardır.

   Son zamanlarında Çinli bir prenses ile evlenme arzusu Çin imparatoru tarafından kabul edilmişse de, Çinlilerce aldatılan Buyruk-çor tarafından zehirlenmiş ve 25 Kasım 734 tarihinde, milleti büyük bir yas içinde bırakarak  50 yaşında vefat etmiştir. Adına oğlu tarafından Baykal Gölünün güneyinde, Orhun Nehri Vadisinde, Koşo Tsaydam Gölü civarında Bilge Kağan Abidesi diktirilmiştir. Abideyi yeğeni Yollug Tigin kaleme almış ve 34 günde tamamlatmıştır.
  Kitabelerde görüleceği üzere, Bilge Kağan milletine bağlı, dindar bir hükümdardır. Böyle olmasına rağman yeni bir dinin arayışı içinde olduğunu söylemek mümküdür. Çünkü onun yerleşik hayata geçmek isteği ve kuracağı şehirlerde budist mabetlerine yer verme teklifi kayın babası Tonyukuk tarafından reddedilmiştir.
  Şayet sağlıklarında İslamiyet ülkelerine ulaşabilseydi, Türklüğün eski yurdunda alperenlerin, gazilerin daha erken görüleceği büyük ihtimal dahilindeydi. Tonyukuk’un Bilge Kağanı bu iki düşüncesinden men edişi, Çin’e karşı kendilerini müdafaa şuuru iledir. Fakat bu fikir, netice olarak sonraları Türk dünyasının İslamiyete geçmesine zemin hazırlamıştır.

Türk Sultanları - Abdülkerim Satuk Buğra Han

İlk Müslüman-Türk hükümdarı. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Babası Karahanlı hükümdar ailesinden Bezir Han idi. Babasının ölümü üzerine amcası ve üvey babası Oğulcak Kadır Hanın himayesinde büyüdü.
  Satuk Buğra on iki yaşlarında iken Maveraünnehr ve Horasan bölgesine hakim olan Müslüman Samanlı Devleti şehzadeleri arasında anlaşmazlık çıktı. Bunlardan Nasır bin Ahmed, Oğulcak Kadır Hanın ülkesine sığındı. Ona iyi muamele edip Artuç nahiyesinin idaresini verdi.

  Artuç Nasır bin Ahmed'in gayretleri ve gelip-giden Müslüman tüccarlar sayesinde bir ticaret merkezi oldu. Satuk Buğra da Artuç'un ziyaretçileri arasındaydı. Nasır bin Ahmed'le tanışıp ondan İslamiyeti öğrenerek Müslüman oldu. Abdülkerim adını aldı. Yirmi beş yaşına gelince Müslüman olduğunu açıklayıp, amcası ile mücadeleye başladı. Onunla Fergana Savaşını yaptı.
  İlk olarak Atbaşı kalesini zaptetti. Daha sonra üç bin kişilik bir orduyla Kaşgar üzerine yürüyüp fethetti. Amcası Oğulcak Kadır Hanı öldürdü. Ülkede hakimiyeti sağlayıp birliği temin etti. Türk ülkelerinde İslamiyeti hızla yaydı. Ebü'l-Hasan Muhammed gibi İslam alimleri, Satuk BuğraHana yol gösterip teşvik ettiler.
  Abdülkerim Satuk Buğra Han, daha sonra yaptığı savaşlarda; Yağma, Çiğil, Oğuz kabilelerinin yerleşmiş bulunduğu Türkistan şehirlerini birer birer ele geçirdi. Bu sırada Karahanlılar Devletinin doğu kısmına hakim olan Büyük Kağan Bazır Arslan Han Çinlilerden yardım alarak 924 yılında Abdülkerim Satuk Buğra Hana karşı savaş açtı. Satuk Buğra Han Müslümanların yardım ve desteğiyle, onunla Balasagun Savaşını yaptı ve galib geldi.
  Bundan sonra 31 yıl hüküm süren Satuk Buğra Han, güzel ve adil idaresi ile binlerce kimsenin Müslüman olmasına vesile oldu. 955 senesinde Kaşgar civarında bulunan Artuç kasabasında vefat edip oraya defnedildi.
  Abdülkerim Satuk Buğra Handan sonra, oğulları devrinde de ülkesine pekçok İslam alimi gelip, İslamiyeti doğru olarak anlattılar ve yayılmasına çalıştılar. Kendisinden sonra Musa Tunga adında bir oğlu yerine geçti. Bundan sonra da bunun oğlu BaytaşSüleyman Arslan hükümdarlık yaptı. Başka oğulları ve kızları olduğu da rivayet edilmiştir.