29 Ocak 2011 Cumartesi

TÜRK BOYLARININ VE DEVLETİN MİLLİYETÇİLİĞİ

1- Kaşgarlı Mahmud' un, 1072 yılında yazdığı Divanı Lügatit Türk adlı eserde saydığı; Basmıl, Başkırt, Çaruk, Çumul, Çiğil, Halac, Harzem, Karluk, Kanglı, Kıpçak, Kırgız, Oğuz, Özbek, Peçenek, Salar (o dönemde Mançu Kara Hataylıların ülkesinde, bugün ise Çin topraklarında yaşayan Türkler), Şato Türkleri (Çinliler Shato adını vermiş, bu Türkler Tibetli Topa ve Tankutların ülkesinde bazen onlara tabi olarak yaşadı. Bugün Çin topraklarında yaşamaktadırlar), Tatar, Tohsi, Türkmen, Uğrak, Uygur, Yâbâku, Yağma ve Yemek Türk boylarından bazılarının adları zaman içinde değişmiş, eskisi unutularak yeni bir adla anılıp bilinmeye başlamışlardır. Günümüzde Basmıl, Çaruk (Cırıklı), Çumul, Çiğil, Halaç, İskit (Saka), Kıpçak, Kanglı, Karluk, Kuman, Oğuz, Peçenek, Tohsi, Türkeş, Uğrak, Yabaku, Yağma ve Yemek adı taşıyan, bir Türk devlet, boy, oymak, uruğ ve obası yoktur. Ayrıca Alkaravlı, Alayuntlu, İğdir, Karaevli, Yapar gibi Oğuz boy adları da unutulmuş, kullanılmaz olmuştur. Büyük ihtimalle bu Türk boylarının adları zaman içinde değişmiştir. Yörüklerin-Aydınlı Türklerinin, yukarıda sayılan veya bu gibi adı unutulan Türk boylarından birinin Anadolu'ya gelen parçası ve devamı olması gerekir. Büyük bir olasılıkla Yörükler, Karluk boyundan olup, Anadolu'ya göç eden Türkeş Türkleridir. Kara ve Sarı olarak ikiye ayrılan Türkeşlerin; Kara bölükleri; Kara Hacılı, Kara Keşli, Kara, Tekeli, Sarı Bölükleri de. Sarı Keçili ve Sarı Tekeli gibi obalardır. 900 yıllarında Karluklar ve Türkeşler; Balkaş Gölü ile Irtiş Irmağı arasındaki yayla ve bozkırlarda yaşamakta idiler.

2- Türkistan'da 660-1000 yılları arası devam eden Arap ve Fars egemenliği sırasında; Arap ve Farslar, putperestlik diye, eski Türklerden kalan, yazılı anıt, heykel ve resimleri yok ederek, Türklerin geçmişiyle irtibatlarını kesmişlerdir. Ayrıca eski Türk adıyla Müslüman olunamayacağını ileri sürüp, Türkleri Arap ismi almaya yönlendirmişlerdir. Osmanlılarda benzer bir siyaseti Anadolu'da uygulamıştır Akrabalık duygusuyla toplu başkaldırı olmasın diye, göçebe Türkleri; yirmili, otuzlu çadır gruplarına ayırarak farklı bölgelere dağıtmıştır. Böylece insanların soy ve soplarını unutarak İslam veya Osmanlı kavramları içinde asimile olup erimelerini sağlamak üzere; akrabalık bağlarını sürdürmenin kavmiyetçilik, eski Türk adı koymanın da putperestlik adedi ve dolayısıyla günah olduğu, kim olduğunu sorana, "Elhamdülillah Müslüman'ım" demek gerektiğini propaganda etmişlerdir. Bazı softalar, "hem Müslüman'ım hem de Türk'üm" sözünün insanı küfre götüreceğini bile ileri sürmüşlerdir.

3- Devlet, göçebe Türkleri, çocuklarına; yazılı bilgi, belge bırakmasın, kültür aktarımı yapamasın, uyanıp, bilinçlenip, gelişip, kalkınıp, kültürüne ve halklarına sahip çıkamasın, yönetime karışmasın diye, okutmamıştır. Osmanlılar, Türk Boylarını, Saltanata yönelik potansiyel bir tehlike olarak görüyordu.

4- Osmanlılar, göçebe Türk oymak ve obalarının, geçmişi çağrıştıran, ulu Türkistan'la bağ kuran adlarını değiştirmişlerdir. Değişimi ve yeni adlarını kabul etmeyerek Abdal, Oğuz, Türk, Türkmen, Çakal Tahtacı, Bayat, Hayta gibi eski boy adlarını taşımakta ısrar edenleri; bu sıfatları ahmak, kaba, cahil, inançsız, yaramaz kişi anlamlarında kullanarak, bu boy adlarını terke zorlamışlardır. Aynı tavır, uygulama son dönemde Yörük adı içinde geçerlidir. Devletin Türklere yönelik politikası böyle olumsuz olmasına rağmen; Türkler dışındaki Arap, Çerkez, Fars, Kürt, Laz gibi halklarla, Hıristiyan inancındaki Ermeni, Gürcü, Rumlar ve Yahudilere daha anlayışlı davranılmıştır. Bu yabancıların gülüp oynadığı anlamına gelmez. Güvenlikle huzur içinde olsalardı, herhalde her fırsatta devlete başkaldırmazlardı. Bir söz vardır "Zengin, yalnızca çıkarını düşünür ve kendini sever" diye. Devleti yönetenlerde, sahip oldukları saltanatı kaybetmemek, olduğu gibi sürdürebilmek için mücadele etmişlerdir.

5- Türkler, Anadolu'ya 1071 yılında geldi. Sistemli bir devlet politikası olarak azınlıklara kültürel asimilasyon uygulanmadığından, 928 yıllık Türk yönetimine karşılık; Arap, Ermeni, Gürcü, Kürt, Rum; etnik kökenini, dinini, ana dilini, kültürünü unutmamış, milli duygularını yaşatmışlardır. Türklerin ise çoğunluğu obasını, oymağını, boyunu bilmiyor. Üzerine fazla gidince de alınıp; "Bilsem ne ifade eder, faydası ne? Bunların zamanı geçti, boş şeylerle uğraşmayın, yabancılar aya gidiyor,sen bizi geçmişe götürmeye çalışıyorsun" diyerek ağzımızın payını veriyor. Bilemiyorum belki onlar haklı, bunu zaman gösterecek. Soyunu, sopunu, Türk kültürünü unutan, daha doğrusu yönetimlerin uyguladığı politikayla unutturulan, Türkistan'la kardeşlik bağlarını yitiren Anadolu Türklerinin durumu; tabiri caizse bence, kültür alabalıklarına benzemiş. İnsan topluluklarını millet yapan kültürdür. Neredeyse 72 milletin oluşturduğu Amerikan halkını, USA milleti yapan; Kızılderililerle savaş, İngilizlere karşı bağımsızlık savaşı, Kuzey-Güney iç savaşı, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve Hıristiyanlık inancı ile İngiliz dili ve Anglo-Sakson kültürüdür.

6- Türkler, göçebeliği bıraktıktan sonra, çalışma alanını, şeklini, buna bağlı olarak ta hayat tarzını değiştirmiştir. Türkler, memur, işçi, çiftçi, esnaf, işveren, sanatçı olmaya çalışmışlarsa da, umdukları başarıyı elde edememişlerdir. Türkiye'nin 500 büyük iş adamının ancak beşte biri Türk kökenlidir. Haklarını vermek gerekirse, Yahudi, Ermeni, Rum, Laz ve Kürtler; daha girişimci ve başarılıdırlar. Ancak hayvancılıkta Türkler en iyiydi. Diğer halklar hayvancılığı yürütememiştir. Et hem pahalanmış hem de lezzetini yitirmiştir. Bu durumu Ruslar bile görüp kabul etmişlerdir. Komünist devrimden, özellikle de 1940'lardan sonra komünizmi halklara benimsetebilmek, herkesi eğitebilmek için göçebelik yasaklanmış; et sıkıntısı baş göstermiş, gerekli etin ahır besiciliği yoluyla elde edilemeyeceği de anlaşıldığından Kırgız, Türkmen ve Moğolların göçebe hayvancılığa dönmelerine yeniden izin verilmiştir.

7- Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin uyguladığı coğrafi vatandaşlık politikası sonucu; Türkiye'de yaşayan insanlar, etnik köken ve dini inançlarına bakılmaksızın, birinci sınıf, ayırımsız, eşit ve saygın T.C. vatandaşı kabul edildiğinden; Anadolu insanının T.C. vatandaşlığı potası içinde eridiği, etnik alt grubu olan aşiret ve kabilesini hatta ırkını, mezhebini, dinini bile unuttuğu sanılıyordu, 1984 yılında başlayan sol PKK terör hareketi ve bunun şeriatçı versiyonu Hizbullahın faaliyetleri, gösterdi ki; 23 Nisan 1920 tarihinden 1984 yılına kadar; kendini azınlık görüp, ayrımcılık ruhu taşıyan etnik veya fanatik dini gurupların; T.C. ne tavizi verirse versin, laiklik, demokrasi de uygulasın, hiçbir şeyi unutmadığını ve değişmediğini göstermiştir. Bu olayı iyi araştırıp doğru teşhis koymak gerekir. Canlı bomba olup, ölüme giden veya çatışmada vurulanların bir kısmı, belediyede memur, karayollarında kadrolu işçi veya üniversitede öğrenci. Yapılan eylemler, davranışlar; işsizlik veya kandırılmışlıkla açıklanamaz. 15 yıldır süren terörde, 30 veya 50 bin insan öldü, durumun korkunçluğunu hala göremiyoruz. Yapılan eylemler "üç-beş çapulcu" eşkıya veya uyuşturucu mafyasının işi değil, Halk, devletine ve ordusuna güvenini kaybetmek üzere. Devlet olayların arkasından koşuyor, İnsiyatifı ele alması gerekir. Askeri harcamalar ekonomiyi çökertti. Ancak PKK terörünün ne beli kırıldı, ne de başı ezildi. İstedikleri zaman eylem yapıyorlar. Politika değişikliği gerekir. 15 yıldır sürdürülen mücadele biçimiyle bu terörün bitirilemeyeceği ortada. Halk, belki PKK ile bunlar mücadele eder diye, geçen seçimlerde yüzde onluk barajı bile aşamayan, Milliyetçi Haraket Partisini ikinci parti yaptı. PKK (Kürt Kurtuluş Partisi) örgütü, Kürt kimlik , kültür ve ırka dayalı milliyetçiliğini öne çıkarıp, Kürt kökenli olmayan T.C. vatandaşlarını öldürmeye başlayınca, 1999 yılına kadar 15 yıllık dönem içinde, Kürtcülüğe tepki olarak; halk unutmaya başladığı öz milletini (soyunu, sopunu) ve dini inancını araştırmaya, bulabildiği milli ve manevi değerlerine sahip çıkmaya başladı. 1920'den bugüne kurulmasına gerek duyulmayan Avşar, Yörük, Türkmen ile Balkan Göçmeni, Kafkasyalılar, Çerkez, Gürcü, Laz Dernekleri açıldı. Etnik guruplar alt milli kültürlerini yaşatabilme, yeni yetişen gençlere benimsetip aktarabilmek için; şölenler düzenlemeye başladı. İnsanların içinde küllenmeye başlayan milliyet duygusu, yeniden alevlendi.

8- Türkler, 1071 tarihinden beri Anadolu'da, ırk ve inanç düzeyinde kesinlikle soykırım veya kültürel asimilasyon uygulamamıştır. T.C. Hükümetlerinin yaptığı kültürel eylem ve olgular, devletin adına Türkiye Cumhuriyeti denmesi, resmi yazışma ile devlet okullarında eğitim-öğretim dilinin Türkçe olması. Devlet öğretim dilinin Türkçe olmasında bile katı değildir. Temel eğitimin 4. sınıfından itibaren yabancı dil okutulmakta, Anadolu liseleri ile ODTÜ, Boğaziçi gibi bir çok devlet Üniversitesinde dahi eğitim-öğretim İngilizce veya Fransızca yapılabilmektedir. Ayrıca gelişmiş ülkelerle, iletişim ve entegrasyon kurabilmek için, Arap alfabesi bırakılarak Latin alfabesine geçildi. Türkiye, milliyetçilik konusunda, komşularına göre daha ılımlı davranmaktadır. Komşu ülkelerde Türk kökenli Bakan, Milletvekili ve büyük iş adamı yoktur. Türkiye'de azınlıklar; Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milletvekili, Profesör, Hakim, Vali, Subay ve büyük işadamı olabilmektedir. Her dönem milletvekillerinin en az dörtte birini Kürt kökenliler oluşturmaktadır. Ancak Türkler bu durumu hiç sorun yapmamaktadır. Türklük saplantıları yoktur. Hatta Türkler, birbirini kıskandığından, iyi geçinemediğinden, örneğin; kendi müdür olamayacaksa, tanıyıp, kıskandığı Türkünde müdür olmasını engelleyip, o olmasında kim olursa olsun diyerek, meydanı, Türklere göre, birbirine daha bağlı, destekçi, milliyetçi azınlıklara bırakmaktadırlar. 1996-1999 meclis çalışma döneminde Kürt kökenli CHP milletvekili Hikmet Çetin, TBMM Başkanlığı görevini yürütmüştür.

9- 1992-1999 yılları arasında Burdur ve Kırşehir illerinde tanıştığım kişilerden; yüz yapısı, konuşması, kültürü Türk'e benzeyen kişilere oymağını sorduğumda bilmediklerini söylediler. “Türk değil misiniz?” dediğimde, “Türk'üz ama ne Türk'üyüz, bilmiyoruz” dediler. O köylüleri veya kişiyi tanıyana, onların milliyetini sorduğumda, onların Türk olduğunu doğruladı. Eşi ve kendisi devlet memuru olan, Kürt kökenli bir aile, çocuklarına, Dara ve Dalyan adını koymuş. Anlamını sorduğumda, Dara'nın, tartıda brüt ağırlık, Dalyan'ın ise Ege'ye tatile gittiğinde; görüp çok beğendiği Dalyan Kumsalının adı olduğunu söylemiştir. Bu açıklama aklıma yatmadığından araştırdım, Dara; eski Pers hükümdarlarının ünvanı, Dalyan ise; Güneydoğudaki Kürt aşiretlerinden birinin adı çıktı. Bu Kürt ailesi, hem iki kişi birden devletten maaş alıp, lojmanda oturuyor, hem de devletin kendilerini Kürt diye ezip, dışladığından yakınıyordu. T.C. Devletinin Kürtlere karşı tutum ve davranışının böyle olmasına rağmen, ellerine fırsat geçersee Kürtler, acaba Türklere nasıl davranacak? Kuzey Irak'ta USA ve İngiltere'nin desteğiyle bağımsız bir Kürt Devleti kuruldu. 1999 Temmuz ayında Kürt Millet Meclisi seçimleri yapıldı. Polis Akademisi açılmış, mahkeme kurulmuş. Hızla kamu kurumları ve silahlı kuvvetler oluşturuluyor. Kuzey Irak'ın Musul, Kerkük ve Erbil bölgelerinde 1.5-3.5 milyon civarında Türk kökenli insan yaşıyor. Kuzey Irak eskiden Araplarca yönetilirken, Türklere, devlet yönetiminde, eğitimde, sanayi ve ticarette imkan ve fırsat tanınmıyordu, hatta engellenip, dışlanıyorlardı. Şimdi ne olacak, Kürtler de Araplar gibi mi davranacak? Bu bölgedeki Kürt nüfusunun 5 milyon civarında olduğu sanılıyor. Türklere, nüfus durumuna göre yönetimde söz hakkı verilecek mi? Eğitim-öğretimde azınlıklara ana dilini öğrenme ve kullanma serbestisi tanınacak mı? T.C. Devleti, Kuzey Irak'ta bir Kürt Devleti kurulması konusunda sessiz kaldı. Kuzey Irak'ta yaşayan Türklere de sahip çıkmadı. Irak'ta Türk yokmuş gibi davranıyor. Iraklı Türklerin özerk yönetim veya federe devlet kurma istekleri ile Türkiye'nin kendilerine destek olma taleplerine olumlu bir cevap verilmiyor.Bu Türklerin temsilcileri, resmi olarak T.C. Hükümetince kabul edilmiyor. Kuzey Iraklı Barzani ve Talabani'yi Türkiye, Kürtlerin resmi temsilcisi olarak tanıyıp, görüşme yaparken, Iraklı Türkmen Liderleri kabul etmiyor. Bu durumda; 1918-1999 yılları arasındaki Türkiye'nin Irak Türklerine olan tutum ve davranışı göz önüne alınırsa, yapılması gereken iş; Irak'taki Türkleri, göçmen olarak Türkiye'ye kabul edip, Ceylan Pınar, Mercimek, Sultan Suyu gibi Türkiye'nin çeşitli yerlerinde kurulu Devlet Üretme Çiftliklerine yerleştirmektir. Iraklı Türkler yıllardır kültürel asimilasyona tabi tutulmuşlardır. Amasya Tamimi ve Sivas Kongresinde Kerkük, Musul, Mısak-ı Milli sınırları içinde gösterilmişti.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder