Asya Büyük Hun İmparatorluğu'ndan sonra, her bakımdan temsil ettiği Türk kültürü itibariyle ikinci "süper" Türk imparatorluğu niteliğinde olan Gök-Türk hakanlığı, "Türk" sözünü ilk defa resmî devlet adı olarak benimsemekle, bütün bir millete ad vermek şerefini kazanmış, Doğu Sibirya'daki Yakut Türkleri ile batıda Ogur (Bulgar) Türklerinin bir kısmı dışındaki Türk asıllı bütün kütleleri kendi idaresinde birleştirmiştir. Hakanlığın yıkılmasından sonra bir yelpaze gibi açılarak dört tarafa yayılan çeşitli Türk zümreleri gittikleri yerlerde 'Türk" adını ve Gök-Türk idarî, siyasî ve iktisadî geleneklerini yaşatmışlardır. Yine bütün bu Türklerin tarihinde Gök-Türk teşkilatının, edebiyatının, töre ve hayat telakkisinin izleri görülmüştür. Gök-Türklerden sonraki çağlarda, R Türkçesi (Ogur lehçesi) müstesna, bütün Türk lehçe ve ağızları Gök-Türk Türkçesi'nin damgasını taşır. Doğudan batıya: Orta Asya, Türkistan, Maveraünnehir, Kuzey Hindistan, İran, Anadolu, Irak, Suriye ve Balkan Türkleri, Gök-Türkler yolu ile Türk'tür. Bizim bugün diğer Türk devlet ve zümrelerinden ayırdetmek üzere Gök-Türk (Kök-Türk) dediğimiz bu topluluk ve devletin adı "Türk" veya "Türük" idi. Ancak, kitabelerin bir yerinde, kendini Gök-Türk olarak tanıtmıştır ki, "Gök'e mensup, ilahî Türk" manasına gelen bu tabir, V. Thomsen'e göre hakanlığın parlak devresine işaret etmekte olmalıdır (herhalde Mu-kan Kağan zamanı).
Gök-Türk hakanlığı çağında, daha doğrusu 6.-9. asırlarda Orta Asya'da tarihî rol oynayan toplulukların, çeşitli adlar altında gruplaşan Tölesler olduğu anlaşılmaktadır. Türkçe Töles kelimesi, ihtimal "asıl, kök, temel" manalarına gelmektedir. (Bk. L. Bazin, Les Calendriers..., s. 661, 667.)
Tölesler (Tölös, Tolis, Çince'de T'ie - lo, T'ieh - le), Çin kaynaklarında eski Hun boylarından olarak zikredilen ve bütün Orta Asya'ya yayılmış kalabalık Türk kütleleri bütünüdür. Sui-shu'da (Çin Sui hanedanının 581-618 yıllığı) 50 kadar kabilesi sayılmakta ve şöyle sıralanmaktadır: 1'i Baykal gölünün kuzeyinde, 5'i Tola ırmağı kuzeyinde, 5'i Tanrı dağları kuzey eteğinde, 9'u Altaylar'ın güneybatısında, 4'ü K'ang (Semerkant havalisi) krallığının kuzeyinde, 10'u Seyhun boyunda, 4'ü Hazar'ın doğusu ve batısında, 6'sı Fu-lin'in (Bizans) doğusunda". Ancak Baykal gölünden Karadeniz'e kadar yayılan bu toplulukların hepsini de Türk menşeli saymak doğru olmasa gerektir. En batıda gösterilen bazılarının (mesela Alanlar) İranlı oldukları biliniyor. Wu-hun'lar (=Ugor) da Urallı bir kavim grubudur. Ayrıca, Ogur boylarının da T'ieh-le'ler olarak zikredildiği anlaşılmaktadır. Töles boylarının, taşıdıkları adlar henüz tamamen çözülememiş olmakla beraber, Hunlardan geldikleri ve umumiyetle dil ve örflerinin Gök-Türklerinkinin aynı olduğu belirtilmiştir. Bazı Çin kayıtlarına göre, Tabgaçlar devrinde (386-534), yüksek tekerlekli araba kullandıklarından dolayı Kao-kü (Chao-ch'e = yüksek tekerlek) diye adlandırılan bir kısım Töles kabileleri, diğer Türkler gibi kendilerini kurt ata'dan türemiş kabul ederlerdi. Ayrıca, T'ang-shu'da (Çin T'ang sülalesi 618-906 yıllığı) da 15 Töles kabilesinin adlan verilmiştir. Gök-Türk hakanlığı zamanında Orta ve Doğu Asya'da gruplaşan Tölesler ile diğer ilgili bölgelerdeki topluluklar şunlardır:
1. Tarduşlar (Çince'de Sie Yen-t'o, Hsieh Yen-t'o. Hsie/ = Sir/ Yen-t'o = Tarduş?). Töles kabilelerinden bir grup (herhalde Tarduş: Hakan Tar-du'nun unvanı ile anılanlar: Batı Gök-Türkleri= On-oklar) Altaylar'ın batısında oturmakta olup Töleslerin en zengin ve kuvvetlileri olarak gösterilirler.
2. Uygurlar. Töleslerden bir kütle. Tola ırmağının kuzey sahasında yer almışlardı.
3. On-Oklar (ihtimal "Tarduş" diye de adlandırılan Töles grubu), Altaylar'dan Seyhun (Sîrüderya) yakınlarına kadar uzanan geniş bölgede görünüyorlar. Çu ırmağı - Isıkgöle göre, 5'i doğuda To-lu (sol kanat), 5'i batıda Nu-çi-pi (sağ kanat) adı ile 10 kabileden kurulu olup, "Batı Gök-Türkleri" diye de anılmışlardır. Türgişler, To-lulardan idiler. Ayrıca bunlardan bir kısmı Çu-yüe (Çiğil?) ve Ç'u-mi (Çumul) adları ile anılan Türk kabileleri ile birlikte 630'u takip eden yıllarda, Gök-Türk hakanlığının fetret devresinde, Beş-balık civarındaki kurak bozkırlara çekilmişler ve Şa-t'o (Çince çöl veya Türkçe sadak? Veya Çiğil'ler?) adını almışlardır.
4. Karluklar. Altaylar'ın batısında idiler.
5. Oğuzlar (630'dan sonra bu adla ortaya çıkan Töles boyları.) Selenga ırmağı - Ötüken bölgesinde oturuyorlardı.
6. Doğu Avrupa'da Türk toplulukları: Avarlar, Hazarlar, Ogurlar, Peçenekler ve ihtimal Kıpçak-Kumanlar vb.
7. Kırgızlar. Baykal'ın batısında, Yenisey nehrinin kaynakları bölgesinde idiler.
8. Basmıllar (Çince'de Pa-si-mi). İdi-kut'unun (hükümdar) Türk olduğu belirtilen bu kavmin aslen yabancı olup, Türklerle karıştığı ileri sürülmüştür. Daha ziyade İç Asya'da Beş-balık havalisinde görünmektedirler.
9. K'i-tan, Tatabı, Dokuz-Tatar, Otuz-Tatar gibi Moğol soyundan kabileler doğu bölgesinde Kerulen ve Onon nehirleri havalisinde bulunuyorlardı.
Ancak, hatırlatmak gerekir ki, bütün bu topluluklar, zaman zaman yer değiştirmekte, arada bir çözülen boylardan yeni birlikler meydana gelmekte, hulasa oynak kütleler teşkil etmekte idiler. Yine görülmektedir ki, Tarduş, Uygur, On-ok, Oğuz, Ogur, Hazar vb isimler Türk soyundan gelen kütlelerin türlü teşkilatlanmalar dolayısıyla aldıkları adlardan ibarettir. "Türk" de, bilinen manası ile önceleri belirli bir topluluğun (Aşına ailesi etrafında toplananların) adı iken sonraları yaygınlaşmıştır.
Gök-Türkler, Çin kaynaklarının açıkça belirttikleri üzere, Asya Hunlarından iniyorlardı. Başbuğ ailesi olan Aşına soyunun bir dişi kurttan türediğine dair o çağda pek yaygın olduğu anlaşılan rivayetler, Gök-Türklerin erken tarihini efsanelerle karıştırmaktadır. Ancak kurttan-türeme geleneğinin, Asya Hunları arasında da mevcut olması ve kurt ata'nın Türkleri dar, geçilmez yollardan selamete ulaştırdığı (Bozkurt Destanı'nın aslı) rivayetinin Hunlarda görülmesi, Gök-Türklerin Hunlara nispetini ortaya koymaktadır. Aşına ailesinin, yalnız bir erkek çocuk hayatta kalmak üzere, katliama uğramış olduğu rivayetini, Tsü-kü (aslında Asya Hun devletinde bir unvan) adlı Hun ailesine mensup Meng-sün tarafından kurulan Kuzey Liang Hun Devletinin, 439'da Tabgaçlar tarafından yıkılması hadisesine bağlamak mümkündür. Sui-shu'ya (Çin yıllığı, 581-618) göre, bu Hun devletinde idareyi elinde tutan Tsü-kü (Chü-ch'ü)'ler imha edildiği zaman, A-shih-na (Aşına) kolu, 500 ailelik bir kütle halinde, Kan-su bölgesinden göçerek, Juan-juanlara sığınmışlardı. Gök-Türklerin nüvesini teşkil ettiği belirtilen ve Meng-sün'ün oğlu An-çu ve sonra torunu Şu'nun öldürülmesi üzerine önce Hsi-hai'da iken sonra Altaylar'a nüfuz eden bu kütle, Chü-ch'üler (Tsü-kü) yolu ile de Asya Hunlarına bağlanmaktadır ve hatta, bu kısa göç hareketini idare eden Aşına soyunun, Güney Hun tanhuları yolu ile Mo-tun'un mensup olduğu ünlü T'u-ko (Tu-ku) ailesinden gelmesi kuvvetle muhtemeldir. Kurt ata inancı dolayısıyla Gök-Türk hakanlık belgesi, altından kurt başlı sancak (tuğ) olmuştur.
Göktürklerin 6. yüzyılın ilk yarısında Altay dağlarının doğu eteklerinde ve maden istihsal edilen yakın bölgelerde (Yarkent, Kaşgar, Kuça vb.) ananevî sanatları demircilikle uğraştıkları ve Juan-juan devletine silah imal ettikleri biliniyor. Fakat o zaman dahi dağınık idiler. Chou-shu'ya (Çin yıllığı, 557-581) göre, Gök-Türk devletinin kurucusu olan Cho-shu'ya (Çin yıllığı, 557-581) göre Gök-Türk devlerinin kurucusu olan Bumın'ın (Çince'de, Tu-men) atası A-hien, "şad" unvanını taşıyor ("Bilge Şad") ve Bumın'dan hemen önce gelen Tu-wu adlı başbuğ da Ta Ye-hu ("büyük yabgu") olarak tanınıyordu. Demek ki, Türk kütlesinin Juan-juanlarla bağlılığı daha ziyade "federatif' mahiyette idi. Bumın, daha 534 yılında Kuzey (Batı) Tabgaç (Wei) hükümeti ile siyasî münasebet kurmuş, 542'de akıncılarının başında Huang-ho nehri yakınlarında görünmüş ve 545'de Tabgaç hükümdarının gönderdiği elçiyi "imparatorluktan nezdimize heyet geldi, devletimiz bundan gurur duyar" sözleri ile karşılamıştı. Gök-Türk hanlarından İşbara, 585'deki konuşmasında Gök-Türk devletinin "50 yıl önce" kurulduğunu söylemişti ki, bu da 535 tarihine denk düşmektedir.Ancak Juan-juan devletine karşı bir "Töles" ayaklanmasını bastıran (546) Bumın'ın, Juan-juan hükümdarı ile eşdeğerde olduğunu göstermek için onun kızı ile evlenmek arzusunun kabaca reddedilmesi üzerine, Batı Tabgaç prensesi ile evlenerek vurduğu ağır darbe sonucu Juan-juan devletini çökerttikten (552 başları) sonra, resmen İl-kagan unvanını alması ve böylece, eski Büyük Hun İmparatorluğu'nun başkent bölgesi Ötüken merkez olmak üzere hakanlığı kurması 552 yılında vaki olmuştur.
Devletinin batı kanadının idaresini, kuruluşta birlikte çalıştıkları küçük kardeşi İstemi'ye (İştemi, Çince'de She-ti-mi) veren Bumın, devleti kurduğu yıl içinde öldü. "Yabgu" unvanını taşıyan, dolayısıyla Doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanıyan İstemi, Batı'da fetihlerine devam ederken, Ötüken'de iktidara gelen, Bumın'ın oğlu, K'o-lo (Kara?) ve bunun erken ölümü üzerine hakan olan, Bumın'ın diğer oğlu, Mu-kan (Beğ-Han? 553-572) zamanında devlet, haşmetli çağına ulaştı. Heybetli görünüşü, parlak, etkili gözleri, kudreti ve sertliği, Çin kaynaklarında belirtilen Mu-kan Kağan, son bir darbe ile ahalisinin bir kısmının Çin'e (müttefikleri olan Ts'i topraklarına) sığındığı bilinen, bir kısmının da Baykal'ın kuzeyine doğru çekildiği anlaşılan Juan-juan devletini, tarihe mal ettikten sonra (555), doğuda K'i-tanların ve kuzeyde Kırgızların ülkelerini Göktürk hakimiyetine bağladı; Çin'de Batı Tabgaçlarının yerine geçen Chou hanedanı (557-581) ile diğer Çinli Ts'i (Ch'i) hanedanını (550-557) baskı altına aldı; İstemi'nin harekâtına karşı Çin'den yardım isteyen Ak Hun (Eftalit) Devleti'ne ve Mâverâünnehir halkına Çin askerî desteğini önledi. 564'de Şan-si'deki Ts'i başkenti Tsin-yang'ı muhasara etti ve kızı prenses Açına'yı Chou imparatoru Wu-ti ile evlendirdi (568). Kaynakların bildirdiğine göre, geniş ülkelere ve 100 bin kişilik bir orduya sahip olan Gök-Türk hakanını, Çin imparatoru, akrabalık kurma yolu ile teskin etmiş oluyordu.
Mu-kan'ın emrindeki kuvvet, hakanlığın Doğu kanadının ordusu idi. İstemi (552-576) kumandasındaki öteki ordu ise kendi bölgesinde hareket halinde idi. Kısa zamanda, Altaylar'ın batısını Isıkgöl ve Tanrı dağlarına kadar hakimiyetine alan İstemi, geniş çapta askerî ve siyasî faaliyetleri neticesinde temas kurduğu Sasanî imparatorluğu ve Bizans gibi Ortaçağ'ın en büyük iki devletini Gök-Türk politikası izinde yürütmek suretiyle, Türk hakanlığını bir dünya devleti payesine yükseltti. Ak Hunlar (Eftalitler) üzerinde yaptığı ilk baskı tecrübesinden (ihtimal 556 yılı başlarında) sonra, ipek transit ticaretini elinde tutan bu devlete karşı Sasanî imparatorluğunu tabiî müttefik olarak gören İstemi, Şehinşah Anuşirvan-ı Âdil ile antlaşma yaptı; bu vesile ile Anuşirvan ile evlenen kızı, İran sarayına imparatoriçe oldu. Müttefikler tarafından sıkıştırılan Ak Hun (Eftalit) devleti yıkıldı ve toprakları, Ceyhun (Âmuderya) sınır olmak üzere iki müttefik arasında paylaşıldı (557). Maveraünnehir, Fergana'nın bir kısmı, Batı Türkistan'ın güneyi, Kaşgar, Hoten vb. Göktürklere intikal etti. Bu suretle İç Asya kervan yolu üçüncü kere Türklerin eline geçmiş oluyordu.
Ancak Anûşirvan, bu bölüşmede, zaferdeki cüz'î katkısına nispetle aslan payını almış olmasına rağmen, pek memnun değildi; kervan yolunun Maveraünnehir güzergâhını da ele geçirmek istiyordu. Bu maksatla, kendi ülkesinden Akdeniz limanlarına ve Bizans'a yapılmakta olan ipek nakliyatını durdurdu. Böylece hem ipek ticaretinin ünlü kervancıları olup son taksimde Göktürklere bağlanan Sogd ahalisinin faaliyetini baltalayarak huzursuzluk çıkarmak, hem de Türkleri ipek transit vergisi gibi yüksek bir gelirden mahrum etmek düşüncesini tatbik mevkiine koydu. İstemi'nin gönderdiği elçileri, hile ile öldürttü. Göktürk fütuhatının Talas-Çu sahasından ve Seyhun nehrinin doğusundaki Khoa-lit ülkesi (Bizans elçisi Zemarkhos'ta: Kolkh, Kholiat) üzerinden Aral-Hazar kuzeyine doğru ilerlediği bu tarihlerde, İran ile uzlaşma ümidini kesen İstemi, Bizans'a döndü ve İstanbul'a Sogdlu ipek taciri ve diplomat Maniakh başkanlığında bir heyet gönderdi (567 sonları). Tarihte bu, Orta Asya'dan Doğu Roma'ya giden ilk resmî heyet idi. İpek meselesi, Göktürkler kadar, Bizans'ı da ilgilendirdiği için, hatta daha önceleri Sasanî aracılığından kurtulmak üzere nakliyatını Hind denizi yoluna teksif etmek maksadı ile Güney Arabistan'daki Himyerî devleti ile temaslar aramış olan Bizans'ta imparator Justinianos II, Türk elçilerini ilgi ile karşılamış, İstemi'nin gönderdiği "İskitçe" (Türkçe) mektubunu okutmuş ve Maniakh'ın ağzından teşebbüsün ciddîliğini anlamıştı. Bir ittifak antlaşması yapmak üzere, umumî vali Zemarkhos başkanlığında bir heyeti yola çıkardı (569 Ağustos başı). Türk elçileri ile birlikte Karadeniz-Kafkaslar-Hazar Denizi-Aral gölü arasından Talas yolu ile Tanrı-dağları'ndaki Ak-Dağ'da (Altın-dağ) İstemi'nin huzuruna gelen Bizans elçisinin hatıraları, Göktürk hayatını ve kudretini gözler önüne sermesi bakımından pek kıymetli bir vesikadır. İstemi, Bizans ile işbirliği yaparak Anûşirvan'ı İpekyolu'nu açmağa zorlamak gayesini güden siyasetinde başarıya ulaşmış, 571 yılında Sasanî-Bizans çatışması başlamış; hakimiyetlerini Harezm üzerinden Kafkaslar'ın kuzeyindeki Kuban ırmağına kadar yaymağa çalışan ve ayrı ayrı Türk idarecilerin emrinde olmak üzere, ülkeyi 8 bölge halinde ellerinde toplayan Göktürkler, o sıralarda Azerbaycan'a da girmişlerdi. Fakat batıya bu Türk ilerleyişi durakladı ve Bizans ile esas ortak hareketle ilgili müdahale, ancak Anûşirvan'ın oğlu olup, Göktürk prensesinden doğduğu için "Türk-zade" diye anılan Ormuzd IV'ün (579-590) son yıllarında (588'lerde) yapılabildi. Gecikmenin sebebi, Gök-Türkleri savaşa iştirak için tazyik eden Bizans'ın gönderdiği elçilerden biri olan Valentinos'u 576'da Aral gölü havalisindeki Türk bölgesinde karşılayan Türk-şad'ın sözlerinden anlaşılıyor. Bu Türk prensi, Bizans'ı, Göktürklerin hasımları olan Avarlar'ı himaye etmekle ve "kılıçlanarak değil, atların ayakları altında karınca gibi ezilerek öldürülmeyi hak eden" bu kavme barınacak yer vermekle suçluyordu ki, bu doğru idi. Ayrıca Bizans, Azerbaycan üzerinden ilerleyerek ihtimal Güney Kafkasya'daki Sabar Türkleri ile bağlantı kurmak isteyen Göktürk kuvvetlerinin hızını kesmek maksadıyla, 576'ya doğru oradaki Sabar Türk kütlesini dağıtmıştı.
İstemi'nin siyasetinin diğer mühim bir neticesi de şu olmuştu: 19 yıl süren (571-590) Sasanî-Bizans mücadelesinden sonra da iki imparatorluğun arası düzelmemiş, birbirini takip eden karşılıklı istilalarda nihayet imparator Herakleios'un, Sasanî başkenti Meda'în'e (Ktesiphon) kadar uzanan seferleri (622-628), Sasanî imparatorluğunun son mecalini de kırmıştı ki, Kur'an'da bile işaret olunan bu durum İslamiyet'in kısa zamanda İran'da hakimiyet kurmasını kolaylaştırmıştır.
Göktürk İmparatorluğundaki, İstemi'nin faaliyeti dahil bütün askerî-siyasî teşebbüslerin, adına yapıldığı hakan Mu-kan 572'de öldü. Devleti muazzam bir genişliğe ulaştıran bu büyük hükümdarın hatırası, Orhun Kitabeleri'nde akisler bulmuştur: "Dört tarafa ordu sevk edip kavimleri hep itaat altına almış, başlılara baş eğdirmiş, dizlilere diz çöktürmüş; ileride (doğuda) Kadırgan dağlarına (Kingan dağları), geride (batıda) Temir Kapıg'a (=Demirkapı, Belh-Semerkand yolu üzerinde, 12-20 metre genişlik ve 3 kilometre uzunluğunda) kadar -Türk milletini- hakim kılmış; bu memleketlerde Kök-Türk (kavmi) idi-oksız oturur olmuş; bilge kağan imiş, alp kağan imiş, buyruk ve beyleri, kavmi (bodun) hep bilge ve cesur imişler...". Ötüken'de tertiplenen büyük cenaze törenine hususî heyetlerle katılan komşu devlet ve kavimler arasında Bizans İmparatorluğunun da bulunmuş olduğu anlaşılmaktadır.
Mu-kan'ın yerine kardeşi T'a-po geçti (572-581). Kudretli hakanlığın yeni hükümdarı, kendini kutlamak üzere 100 bin top ipek hediye eden Chou imparatoru ile yine tebrik için çeşitli hediyelerle birlikte başkumandanını göndermek suretiyle hususî bir itina gösteren Ts'i (Çh'i) imparatoruna "Oğullarım" diye hitap ediyordu. Bu, bütün Kuzey Çin'in Türk himayesine alındığını göstermekte idi. Ülkesinin genişliğinden dolayı hakanlığın doğrudan doğruya kendi idaresindeki kanadını ikiye ayırarak, Doğu'suna, kardeşi K'o-lo'nun oğlu Şe-tu'yu (İşbara), Batı'sına da küçük kardeşi Jo-tan'ı "kağan" (küçük kağan) unvanları ile tayin eden T'a-po, bir Ts'i prensesi ile evlenmek düşüncesine kapıldı ve ayrıca, Türk topluluğu için zararlı cihetleri, önceki devirlerde, ileri görüşlü Türk idarecileri tarafından ortaya konulmuş olan Buda dinini, Budist misyonerlerin telkinlerine kanarak, memlekette himayeye kalktı; bir Budist tapınağı ve bir Buda heykeli yaptırdı". Gök-Türk haşmeti, zevale yüz tutmuş gibi idi. T'a-po dış siyasette de yanlış adımlar attı. Ts'iler, 577'de Chou hanedanı tarafından yıkıldığı zaman, oradan kaçarak kendisine sığınan bir Ts'i prensini "Çin kağanı" ilan etti. Cho-ularla arasının açılmasına sebep olan bu durum karşısında, kalabalık bir ordu ile Pekin bölgesine ilerleyen T'a-po, kendisine yeni bir Çinli prenses vaad edilerek durduruldu (579). Ancak prensesin verilebilmesi için Chou hükümdarı, "Çin kağanı" Ts'i prensinin kendisine teslimini istiyordu. Bir av esnasında bu prensin Choular tarafından kaçırılmasına göz yumulması, millet nazarında hakanın itibarını büsbütün sarstı. Göktürk birliği ve kültüründe mühim çatlakların belirdiği bu yıllarda, diğer bir hadise de İstemi'nin ölümü oldu (576).
Resmî unvanı "yabgu" olması gereken fakat ihtimal, Türk "il"inde bir budunun (sonraki "On-ok" budunu; buradaki "on büyük başbuğ" ona bağlanmıştı) başında olduğu için kitabelerde ve bir Bizans kaynağında "kağan" diye zikredilen bu büyük şahsiyetin ölümünü, yukarıda adı geçen Türk-şad'ın sözlerinden öğreniyoruz. Onu sinirlendiren hususlardan biri de, ölen "ata"sının yas günlerinde Türklerin, Bizans elçileri tarafından rahatsız edilmeleri idi. Yol hatırası, Göktürk hakanlığının batı bölgelerindeki kavimler bakımından mühim olan elçi Valentinos'a hitaben yapılan ve Bizans'ı suçlayan bu konuşma, ayrıca Türk fütuhatının hem şeklini, hem felsefesini açıklamak itibariyle de değer taşımaktadır: "Ben, esirlerimiz olan Uar-Huni'lerin hangi yoldan Bizans'a gittiklerini biliyorum. Dinyeper'in, Meriç'in nerede olduğunu, Tuna'nın nereye aktığını da biliyorum. Gün doğusundan gün batısına kadar, ülkeler bize diz çökmüştür. Bize karşı gelmek cesaretini gösteren Alanları, On-Ogurları görüyorsunuz. Roma'ya da geleceğiz." Göktürk sınırlarının Kafkasya'nın kuzeyine ulaştığını ortaya koyan bu sözlerle Bizans da açıkça tehdit edilmekte idi. Ancak Türk-şad latife yapmadığını gösterdi. Kırım'da Bizans'a ait ünlü Kerç (Bosporos) kalesi, Türk kuvvetleri tarafından zapt edildiği zaman, Doğu Roma elçileri henüz Gök-Türk topraklarında idiler (576). Bu, Göktürk hakanlığının, Mançurya sınırlarından Karadeniz'e kadar uzanarak, genişliğinin son noktasına ulaştığı tarihtir.
İstemi'den sonra yerine geçen oğlu Tardu (576-603), cesareti ve savaşçılığı ile babasına benzemekte idi ise de, siyasî ihtirası yüzünden, T'a-po zamanında açılmış olan ayrılık çizgisini büsbütün derinleştirdi. Çinliler, onun bu zaafından faydalandılar: Önce, hakanlık doğu kanadının kendine verilmemiş olmasından küskün olan Ta-lo-pien'in (Mu-kan'ın oğlu) Tardu'nun yanına gitmesini telkin ettiler. Halbuki Mu-kan bile bu oğlunu tahta aday göstermemiş idi, çünkü annesi asîl (yani Türk soyundan) değildi. Hakan T'a-po da 581'de ölürken, kendi oğlu yerine onun hakan olmasını istediği halde, Devlet Meclisi (Toy) bunu kabul etmemiş ve sonunda K'o-lo'nun oğlu İşbara (Çince'de, Şa-po-lüe) hakanlığa getirilmiştir.
Çin, Göktürkler arasındaki bu anlaşmazlığı körüklemeğe devam ediyordu. Ta-lo-pien, Batı Yabgusu Tardu'nun yanında, Doğu'daki yeni hakan ile mücadeleye giriştiği sırada, İşbara da o tarihte, Chou'lar'ın yerine iktidara gelen Sui hanedanı'ndan (581-618) kendi ailesinin intikamını almak isteyen karısı, Chou prensesi Ts'ien-kin'in telkinlerine kapılarak, Çin'e kuvvet sevk ediyor; Sui imparatoru Wen-ti (Yang Chien, 581-604) de eskiden beri Çin şehirlerinde ticaretle uğraşan ve dostluk ilişkileri çerçevesinde imtiyazlara sahip 10 bin kadar Türk'ü, Çin'den uzaklaştırıyordu. Buna karşı Işbara'nın, ordusu ile Çin'e girmesi, Çin entrikasının kesifleşmesine yol açtı. Wen-ti, yabgu Tardu'ya altın kurt başlı bir sancak göndererek, onu Göktürk hakanı olarak tanıdığını bildirdi. İhtirası alevlenen Tardu, Çin'e karşı ortak hareket teklif eden İşbara'nın isteğini önce reddetti ve İşbara, Göktürkleri gayet iyi tanıdığı anlaşılan diplomat-general Ç'ang-sun Şeng ile mücadele etmek ve bu Çinlinin Türk kumandanları arasına soktuğu nifak ile uğraşmak mecburiyetinde kalırken, Tardu, hakanlığın Doğu kanadının yüksek hakimiyetini tanımadığını ilan etti (582). Böylece, 350 yıldan beri ilk defa Çin'de siyasî birliği kurarak sonraki kudretli T'ang sülalesine siyasî yönden basamak vazifesini görmüş olan Sui sülalesi iktidarının başladığı yıllarda, Göktürk hakanlığı, resmen ikiye bölünmüş oldu.
Doğu'da zor şartlar altında, hakan İşbara, dengeyi büsbütün kaybetti. Ordu mensupları arasında, kendisi ile mücadeleye devam eden Ta-lo-pien'e bağlı olduklarını zannettiği yüksek rütbeli kumandanları vazifeden uzaklaştırmağa, hatta cezalandırmağa başladı. Neticede bu askerlerle, prenslerden bazıları Çin'den yardım istemek zorunda kaldılar. Etrafında korku ve nefret uyandıran İşbara da, kendi gücünden çok şey kaybettiğini ve Tardu - Ta-lo-pien ikilisinin tehdidi altına girdiğini esefle gördüğü için bizzat, Sui hükümdarına müracaat ile askerî destek ve barış dileğinde bulundu. Teklifi sevinçle kabul eden Wen-ti'nin derhal yolladığı heyetin başında diplomat Yü K'ing-tsî ile birlikte yine Ç'ang-sun Şeng bulunuyordu. Başkentte Hatun'un ve diğer Türk ileri gelenlerinin önünde bu iki Çinli, İşbara'ya hakaret edecek kadar ileri gittiler ve "Çin imparatorunun oğlu" olduğunu kabul eden hakanı, "Ç'en" (bende, kul) ilan ettikten sonra memleketlerine döndüler. Doğu hakanlığı, Çin himayesine girmişti. Durumu kendi çıkarına kıyasıya sömürmeyi tasarladığı anlaşılan Çin, Türkleri büsbütün yozlaştırmak maksadı ile, halkını Çince konuşturmağa, Çinliler gibi giyinmeğe, Çin adetlerini kabule teşvik ve mecbur etmesi için İşbara üzerinde zorlu baskısını artırdı. Hakan, imparatora gönderdiği 585 tarihli mektupta bu talepleri şöyle cevaplandırmakta idi: "Size bağlı kalacak, haraç verecek, kıymetli atlar hediye edeceğim. Fakat dilimizi değiştiremem, dalgalanan saçlarımızı sizinkine benzetemem, halkıma Çinli elbisesi giydiremem, Çin adetlerini alamam. İmkân yoktur, çünkü bu bakımlardan milletim fevkalade hassastır, adeta çarpan tek bir kalp gibidir." Ve ilave ediyordu: "Sui imparatoru dünyanın gerçek hakimidir. Gökte iki güneş olmadığı gibi, yerde de iki hükümdar olmamalıdır" vb. Gök-Türk hakanlığının parçalandığı, tâbi kütlelerin ayaklandığı, Türklerin Çin'e ilticaya başladıkları, Türk hükümdar ailesi mensuplarının birbirine düştüğü bu karışıklıkta, İşbara öldü (587). Yerine geçen kardeşi Ç'u-lo-hou (=Ye-hu Kagan) ve arkasından Toy (Devlet Meclisi) tarafından hakan ilan edilen Tulan (588-600) zamanlarında durum düzelmedi. Meşhur Ç'ang-sun Şeng, Gök-Türk hakanlığını iyice çökertme yollarını gösteren raporlar hazırlayarak imparatoruna takdim ediyor, elçi olarak geldiği Ötüken'de türlü entrikalarla Türk hanedan üyelerini karşı karşıya getiriyordu. En büyük yardımcısı da, önce T'a-po'nun, sonra İşbara'nın ve nihayet, Tulan'ın öldürülmesinden sonra, Çin'in muvafakati ile tahta çıkarılan, Ye-hu'nun oğlu, K'i-min (= T'u-li, 600-609) hakanın karısı olan, Çinli prenses Ts'ien-kin idi. K'i-min, bu defa, Doğu hakanlığını kendi idaresine almağa çalışan Tardu'ya karşı kullanılmakta idi. Bu K'i-min de imparator Yang-ti'ye, 607'de, gönderdiği bir mektupta "Haşmetpenah'ın aciz bir bendesi" olduğunu, hatta vaktiyle İşbara'nın bile reddettiği "Türk kavmini Çinliler gibi yapmağa -giyim, adet ve dilde Çinlileştirme- hazır bulunduğunu" yazabiliyordu. Ancak, ölümünden sonra yerine geçen oğlu Şi-pi (Shih-pi, 609-619), Gök-Türk haysiyetini biraz kurtarabildi. Bir Çinli prenses ile evlenmekle beraber bunu, Çin'in, Gök-Türk iç işlerine karışmasını önleyen bir paravana olarak kullandı. 5-6 yıl içinde, Doğu Hakanlığı topraklarındaki dağınıklığı giderdi; batıda Tibet'e ve doğuda Amur nehrine kadar tekrar itaat altına aldı (615). Durumdan telaşa düşen Sui imparatoru, Türk hanedan üyeleri arasında anlaşmazlık çıkarmağa dayanan değişmez Çin planını, yeniden uygulamaya koydu: Bu defa yol göstericisi, hususî entrika raporları hazırlayan ve Batı Asya için yazdığı eserler, başlıca kaynaklardan sayılan Çin devlet ve "sömürge" adamı P'ei-chü idi. Hakanın küçük kardeşi Ç'i-ki şad'a "hakanlık" teklif edildi. Fakat milletin perişanlığını ve Çin tahakkümünün rezaletlerini gören bu genç, hem teklifi, hem kendisine vaad edilen Çinli prensesi reddetti. Çinliler başka bir yol denediler: Gök-Türk nazırlarından (bakan) birini pusuya düşürerek öldürdükten sonra, Hakan'a, onun muhalefet maksadı ile kendilerine müracaat ettiğini, fakat "aradaki dostluktan" dolayı onun ortadan kaldırılmasını uygun bulduklarını bildirdiler. Gaye, Hakan Şi-pi ile Gök-Türk büyüklerinin arasını açmaktı. Hakan bu oyuna da gelmedi. Gök-Türk nazırının öldürülmesi hadisesinin, Çin-Türk anlaşmasını bozduğunu ileri sürerek yıllık haracı kesti, savaşa hazırlandı. Planı, Çin'in kuzey eyaletlerinde geziye çıkmış olan imparator Yang-ti'yi baskınla yakalamaktı. Fakat teşebbüs, hakanın Ötüken'de bulunan zevcesi Çinli prenses İ-ç'eng tarafından gizlice Çin'e bildirildiği için süratle geri dönmeğe çalışan imparator, takipçi Gök-Türk süvarileri tarafından Şan-si'de Yen-men (bu-gün Tai-hien) mevkiinde kuşatıldı. Üzüntüsünden ağladığı rivayet edilen imparatorun imdadına, yine aynı prenses yetişti: Gök-Türk ülkesinde büyük bir isyan çıktığı söylentisini yayarak, Türk ordusunun geri çekilmesini sağladı (615).
Yang-ti'nin son, itibar düşürücü durumu, Çin'de karışıklıklara yol açtı ve ona karşı muhalefet gittikçe arttı. Bu defa da Çin ileri gelenlerinin Gök-Türklere sığınmalarına şahit olunuyor ve Şi-pi hakan Çinlilerin siyasetini kendilerine karşı tekrarlıyordu. Çin sarayını yağmalayarak, aldığı kıymetli eşyayı Gök-Türk hakanına sunan mülteci Liang Shi-tu'yu, Şi-pi "Çin kağanı" ilan ederek (617), kendisine bir kurt başlı sancak verdi. Liu Wu-Chou adlı diğer bir kumandanı da "Batı Çin kağanı" yaparak, Sui'lere karşı sefere çıkardı. Şi-pi'nin siyasî faaliyetleri arasında, tarihî bakımdan en ehemmiyetlisi Çin umumî valilerinden Li Yüan'ı himayesine alıp desteklemesidir ki, anlaşma gereğince, Türk ordularının yardımı ile Sui'leri iktidardan uzaklaştırarak başkent Ç'ang-an'daki imparatorluk servetini hakana takdim eden, ayrıca 30 bin top ipek ve yıllık vergi vermeyi kabul etmiş olan Li Yüan, Çin'de 300 yıl kadar hüküm süren ünlü T'ang sülalesini (618-906) kurmuş ve kendisi imparator olarak Kao-tsu (618-626) unvanını almıştır.
Şi-pi'den sonra hakan Ç'u-lo (619-621) kardeşinin sert siyasetini takip ediyor ve Hakanlığa karşı tutumu kısa zamanda değişen T'ang imparatoruna karşı Sui sülalesini canlandırmağa kararlı bulunuyordu. Fakat karısı Çinli prenses İ-ç'eng tarafından zehirlenerek öldürüldü. Hakan olan kardeşi Kie-li (621-630), kifayetli bir adam değildi. Hain prenses İ-ç'eng ile evlenmiş, ağır dille yazdığı mektuplarla imparatoru tahrik etmişti. Karısının tesiri altında idi. Plansız, taktiksiz, sadece cesarete dayanan askerî teşebbüslerinde bir-iki defa mağlup oldu. Tutumu, millette emniyetsizlik uyandırdı. Tarduşlar, Bayırkular, Uygurlar ayaklandılar (627). Tarduş başbuğu İ-nan'ın darbeleri yıkıcı olmuştu. Vaktiyle Türk himayesine sığınmış olan birçok Çinli, Tang imparatorundan af dileyerek memleketine dönüyor, K'i-tanlar ve başka kavimler, Çin ile temaslar arıyor ve sınır bölgelerinde Çin'e bağlanıyorlardı. İmparator T'ai-tsung (627-649, Li Yüan'ın oğlu) Türklere vuracağı darbe için vaziyetin olgunlaşmasını bekliyordu. Hakan, kuşattığı bir şehir önünde mağlup olarak çekilirken yakalandı, muhafaza altında Çin başkentine gönderildi (630).
Tai-tsung'un kendini "Türklerin Gök Kağanı" ilan ettiği 630 senesi, Doğu Gök-Türk istiklâlinin sonu kabul edilmiştir. Hakanlığa bağlı kabileler ve yabancı topluluklar dağılıyor, Gök-Türk prensleri, etraflarına kuvvet toplayabilecek kimseler olmadıklarından, herkes başının çaresine bakıyor, bazı gruplar Çin'e sığınıyorlardı. Gerçi başta Aşına ailesinden "kağan"lar vardı, fakat bunlar artık Çin sarayının emrinde, oraya sadakat ziyaretleri yapan, hediyeler sunan, imparatorlardan türlü unvanlar alan birer kukla idiler. Gök-Türklerin acıklı durumunu; Çin sarayında imparator huzurunda Türklere karşı ne yapılabileceği hususunda, cereyan eden münakaşalardan anlamak mümkündür. Neticede Kuzeybatı Çin'de (Ordos) Sed boyunda "6 Eyalet" bölgesine Türklerin yerleştirilmesi kararlaştırıldı. Bu suretle, belki Türklerin Çinlileşeceği umuluyordu. Fakat 680'e kadar geçen 50 yıl devamınca Türk milleti kendini unutmadı, dilini, örf ve âdetlerini korudu, tarihinin şanlı hatıralarını ruhunda yaşattı. Bu arada ufak çapta baş kaldırmalar oluyordu: Mesela Aşına ailesinden bir prensin, Altaylarda Türk hakanlığını ihyaya çalışması (646-649), yine Gök-Türk hükümdarları soyundan Tu-çi'nin On-ok'ların başında "kağan" ilan edilerek (676-678) Çin'e karşı Tibetlilerle ittifak etmesi. Çinliler tarafından şiddetle bastırılan bu hareketler arasında en çok hayret uyandıranı, 639 yılında Kür-şad'ın ihtilal teşebbüsüdür. T'ang imparatorunun saray muhafız kıtasında vazife gören Gök-Türk prensi (588'de savaş meydanında ölen Hakan Ye-hu'nun küçük oğlu) Kür-şad (Çince'de: Kie-şe), Türk devletini ihya etmek için, 39 arkadaşı ile bir gizli cemiyet kurmuş ve önce, bazı geceler tek başına şehirde dolaşan imparator Tai-tsung'u yakalamağa karar vermişti. Fakat planın uygulanacağı gece ansızın patlayan fırtına yüzünden, imparator saraydan çıkmadı. Kararın geciktirilmesini sakıncalı gören Kür-şad ve arkadaşları, bu defa doğruca saraya yürüdüler. 40 Türk, sarayı ele geçirip başkente hakim olmayı düşünüyorlardı. Yüzlerce muhafız telef edildi ise de dışarıdan sevk edilen ordu ile başa çıkılamadı. Şehir yakınındaki Wei ırmağına doğru çekilen Kür-şad ve arkadaşları, yakalanarak öldürüldüler.
582 yılında, hakanlığın doğu kanadı ile resmen ilgisini kesen Tardu, her iki tarafı kendi idaresinde birleştirmek için gayret sarf ediyordu. Doğu hakanlığına baskı yapan Çin'in, Tulan hakana karşı, kardeşi T'u-li'yi (K'i-min) tutarak iki kardeşi çarpıştırması üzerine Tardu, Çin'e yürüdü. Kuzey Çin'de ilerlerken, general - diplomat Ç'ang-sun Şeng'in oyununa kurban oldu. Bu Çinli, Türk ordusunun geçeceği yollardaki suları, kuyuları, pınarları gizlice zehirletmişti. Tardu, böyle bir şeyin de yapılabileceğini hatırına getirmediği için zayiat ve ağır at telefatı verdi, çekilmek zorunda kaldı (600). Bu tarihe kadar Tardu Kağan, batıda büyük başarılar kazanmış, Hoten bölgesini hakanlığa bağlamış, şehinşah Ormuzd IV "Türk-zade" (579-590) zamanında, Bizans-Sasanî savaşlarında, İran işlerine müdahale etmişti. Bir Türk başbuğu ("Hazar yabgusu"?) Derbend'i kuşatırken, diğer Gök-Türk ordusu Herat, Badgîs havalisine girmişti (588-9). Bu orduyu durduran ünlü Sasanî kumandanı Bahram Çüpîn'in isyan ederek Ormuzd'u tahttan indirip onun oğlu Husrev Pervîz'i çıkarması, fakat bunun da kaçması üzerine, Bahram'ın kendini "Şehinşah" ilan etmesi, Sasanî imparatorluğunu karıştırmış, Bizans'ın müdahalesi ile mağlup edilen Bahram, sonunda hakana sığınmıştı. Böylece Tardu'nun, bir yandan, kısa müddet için de olsa, her iki Türk hakanlığını kendi idaresinde birleştirmesi (598'e doğru), aynı zamanda İran üzerinde nüfuzlu bir durum kazanması, onun, 598 yılında Bizans imparatoru Maurikios'a gönderdiği mektubun başlığında ifadesini bulmuş görünmektedir: "Dünyanın yedi ırkının büyük başbuğu ve yedi ikliminin hükümdarı Hakan'dan Roma imparatoruna..". Çin kaynaklarına göre de, bu tarihte Tardu, Ötüken, Kuzeybatı Moğolistan, Aral gölü havalisi, Kaşgar, Maveraünnehir ve Merv'e kadar Horasan sahaları üzerinde hakim bulunmakta ve ulu hakan olarak "Bilge Kağan" unvanını taşımakta idi.Fakat Tardu, Gök-Türk birliğini gerçekleştirmek için, Çin'in desteğindeki Doğu hakanları Tu-lan ve K'i-min ile mücadeleleri dolayısıyla, çok şiddetli davranmış ve buna, şüphesiz Çin'in aleyhte propagandası eklenmişti. Neticede başta Töles'ler olmak üzere bazı Türk boyları ve yabancılar ayaklandılar. Tardu bunlarla başa çıkamadı ve mücadeleyi sürdürdüğü Kuku-nor havalisinde Moğol Tü-yü-hun'lar arasında kayıplara karıştı (603).
Tardu'nun sahneden çekilmesinden sonra, memlekette isyancıların sayısı arttı, nizam bozuldu. Doğu hakanlığında yeni bir kudret olarak beliren Şi-pi Kağan'a karşı, Tardu'nun torunu Ho-sa-na (=Ç'u-lo Kağan) Sui'lerle işbirliğine kalktığı ve hatta ülkesini bırakarak Çin sarayında yaşamayı tercih ettiği için, Şi-pi tarafından Çinlilerden teslim alınarak öldürüldü (619). Devlet Meclisi'nin hakan ilan ettiği, Tardu soyundan, Şi-koei zamanında durum düzelmeğe başladı. Fakat asıl huzur, Tardu'nun küçük torunu olan T'ong-Yabgu (Yabgu Kağan) devrinde (618-630) görüldü. Çin kaynağı T'ang-shu'ya göre "akıllı ve cesur" olan bu hakan, "mahir bir savaşçı ve seçkin bir taktikçi" idi. Orhun, Tola ırmakları ile Aral gölü - Kafkaslar arasına yayılmış bulunan Tölesleri kendine bağlamış, İranlıları mağlup etmiş, güneyde Gandahar'a kadar ilerlemişti. Ordusu, birkaç yüz bin "iyi yay kullanan" süvariden kurulu idi. Merkezi Talas şehrinin (bugün Evliya-ata) 75 km kadar güneydoğusundaki ünlü Bin-vul (Bin-bulak = bin pınar) mevkiinde idi. T'an-shu'ya göre, "O zamana kadar batıda onun derecesinde kuvvetli olanı görülmemişti. Çin ile dostane ilişkiler kurmuş olan T'ong-Yabgu çağında Hindistan'a gitmek üzere Gök-Türk imparatorluğunu bir baştan bir başa geçerek yollar, şehirler, dinî ve kültürel hayat hakkında çok ilgi çekici bilgi veren Çinli Budist rahip Hıuen-tsang, T'ong-Yabgu'yu da ziyaret etmiştir.
Gök-Türk imparatorluğunun parlak bir devir yaşadığı bu yıllarda, Nu-şi-piler ve Karluklar isyan ettiler. Bunları, kendi mevkiini tehlikede zanneden Doğu hakanı Kie-li teşvik etmiş olmalıdır. T'ong-Yabgu'nun, hakanlığın batı kanadı To-lular eliği olan amcası ile mücadelede ölmesi (630), ülkeyi karıştırdı. Nu-şi-pi boyları, önce kendileri ayrı bir hükümdar seçmeyi tercih ettilerse de, sonra Tong-Yabgu'nun oğlu Se-Yabgu üzerinde birleşildi. Bu defa Töleslerin ayaklanması, devletin Çin'e bağlanmasında birinci derecede etkili oldu.
630 senesi, Gök-Türk tarihinin karanlık yılıdır. Doğu hakanlığı bu sene Çin'e boyun eğmişti. Batı hakanlığı da aynı tarihte aynı akıbete uğradı. Bundan sonra da Aşına soyundan bir sürü "kağan", bazen aynı zamanda birkaç "kağan" Batı Göktürk gruplarının başında görülüyorsa da, bunlar artık Çin'in birer memuru durumunda idiler. Bir aralık, başta Türgişler ve Karluklar olmak üzere diğer Türk boylarının desteğinde şiddetli mücadelelere girişen hakan Ho-lu'nun (653-659) büyük gayretlerine rağmen, Batı Gök-Türk arazisinin Çin kontrolüne girmesi 658'de tamamlandı. Çin imparatorları, oradaki Türgiş hakanlığı zamanında bile, çoğu ismen olmak üzere, On-oklara "kağan" tayin etmeğe devam ettiler.
630-680 arasındaki 50 yıllık zaman Gök-Türklerin hürriyetlerini kaybettikleri bir matem devresi oldu. Her ne kadar Orta Asya'da millet olarak Türkler, varlıklarını, dil, inanç ve geleneklerini muhafaza etmişlerse de, müstakil bir devletten yoksunluk, "bey'lik erkek evladın kul, hatun'luk kız evladın cariye" olması, Gök-Türkler için haysiyet kırıcı bir ıstırap kaynağı teşkil ediyordu. Millet şöyle diyordu: "Ülkeli bir kavim idim, şimdi ülkem nerede? Hakanlı bir kavim idim, şimdi nerede hakanım?" Gök-Türkleri bu felâkete sürükleyen sebepler, kitabelerden anlaşılacağına göre, şu üç noktada toplanmaktadır:1. Sonraki devlet ve idare adamlarının yetersizliği; "... Kağan bilge imiş, cesur imiş, buyrukları bilge imiş, cesur imiş, beyleri de, kavmi de iyi imiş, böylece ülkeyi tutup töreyi düzenlemişler... Sonra kardeşler, oğullar kağan olmuş, küçük kardeş büyük kardeş gibi yaratılmadığı, oğul babası gibi yaratılmadığı için bilgisiz kağanlar tahta oturmuşlar, buyrukları da bilgisiz, kötü imişler... Türk beyleri, Türk adını bırakmışlar, Çin beylerinin adlarını almışlar, Çin hakanına boyun eğmişler, elli yıl işlerini, güçlerini (ona) vermişler..."
2. Türk kavminin uygunsuz tutumu: "Türk budunu... Sen aç olduğun zaman tokluğu düşünemezsin, tok olduğun zaman açlık nedir bilmezsin. Bu sebeple hakanın iyi sözlerine kulak vermedin, yurdundan ayrıldın, harap, bitkin düştün... Müstakil hakanlığa karşı kendin yanıldın... Doğuya gittin, batıya gittin. Kutlu yurt Ötüken'i terk ederek gittiğin yerlerde ne yaptın? Su gibi kan akıttın, kemiklerin dağlar gibi yığıldı... Devletine karşı hata ettin, kötü hale soktun" "Türk budunu kendi hakanını bıraktı, hüküm altına girdi. Hüküm altına girdiği için Tanrı ona ölüm verdi, Türk budunu öldü, mahvoldu...".
3. Kurnaz Çin siyaseti ve yıkıcı propaganda: "Çin kavminin sözü tatlı, ipeklisi yumuşak imiş; tatlı sözü, yumuşak ipeklisi (ile) uzak kavimleri aldatıp yaklaştırır imiş. Sonra da fesat bilgisini orada yayarmış; iyi, bilge kişiyi yürütmez imiş. Onun tatlı sözüne, ipeklisine kapılan çok Türk kavmi öldü..." "... Çin kavmi hilekar ve kurnaz olduğu için, küçük kardeşle büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, beylerle kavim arasına nifak girmesi yüzünden Türk budunu, devletini ve kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş..."; "... Çin kağanı, Türk kavmi (ona) bunca işini gücünü verdiği halde, Türk kavmini öldüreyim, soyunu mahvedeyim, der imiş, mahvetmeğe yürürmüş...".
Gök-Türk tarihinin bu 50 yıllık fetret devrinin sonunda, Kitabeler yolu ile çok iyi tanınan, Aşına soyundan Kutlug (Çince'de Ku-to-lu) istiklal savaşına girişti (680). Türk milletinin hür ve müstakil hakanlık çağının hasreti içinde olduğunu sezen Kutlug, kendinden önceki mücadeleleri de takip ediyordu: Çin'de Ordos'daki bazı Türk zümrelerinin aynı maksatla başa geçirdikleri prens Ni-şu-fu, davayı kaybederek, kesilen başı Çin başkenti Lo-yang'a götürülmüş (679-680), mücadeleye devam eden, yine Aşına soyundan, Fu-nien, kalabalık Çin kuvvetleri karşısında yenilerek 53 arkadaşı ile birlikte Lo-yang çarşısında idam edilmişti (Ağustos, 681).
Bu sırada Kuzey Çin'de, vaktiyle Türklerin yerleştirildiği bölgede bulunan ve Türk kütlelerinin istiklâl iştiyakını gerçekleştirmek azmi ile ortaya atılan Kutlug, gizlice teşkilat kurarak, etraftaki Gök-Türk ileri gelenlerini ve halkını vazifeye çağırdı. Süratle yayılan harekete katılanların sayısı, kısa zamanda beş bine yükseldi. Davete koşanlar arasında, II. hakanlık devrinde Gök-Türklerin ünlü devlet adamı ve kumandanı Tonyukuk da vardı.
Kutlug ile Tonyukuk önce, 681'de, Kuzey Çin'deki Yün-çu eyaletine baskın yaparak 30 bin civarında at, koyun, deve elde ettiler. Kendilerine yeni kuvvetler katıldı. Çogay'ın (Yin-şan dağları, Huang-ho büyük dirseğinin kuzey yakasındaki dağ silsilesi) kuzey eteklerini yazlık ve Kara-kum'u kışlık merkezi yaparak hazırlıklarını tamamladılar. İlk hedefleri Ötüken idi.
Baykal gölünün güneybatısında, yüksekçe dağlar ve Orhun, Tamır ırmakları ile çevrili, müdafaası kolay, fakat etrafa akınlar yapmağa elverişli mevkide, (47. enlem-101. boylam) iklimi mutedil ve otlağı bol bir yer olan Ötüken yaylası, Asya Hunları ve 1. Gök-Türk Hakanlığı zamanında devletin ağırlık merkezi olarak, Türklerin kutlu toprağı sayılıyordu. Dağınık Türk kütlelerini ancak, "Türk devletçilik ruhunun yerleşmiş olduğu" Ötüken etrafında toplamak ve idare etmek mümkün idi.
Kutlug hareketinin gelişmesinden endişelenen Selenga ırmağı boylarındaki Oğuzların, tedbir olmak üzere, K'i-tan'larla ve Çin ile ittifak teşebbüsleri, bir Gök-Türk seferini hızlandırdı. Tonyukuk'un tavsiyesi ile baskın şeklinde "İnekler Gölü" kıyısında kazanılan savaş (682), Oğuz tehlikesini ortadan kaldırdı. Küçük çapta olmasına rağmen yüksek tarihî ehemmiyet taşıyan bu muharebe, Gök-Türklerin Ötüken'e hakim olmalarını sağladı. Kutlug, "kağan" ilan edilerek "İlteriş" (il'i=devlet'i derleyip toplayan) unvanını aldı ve II. hakanlığı teşkilatlandırdı: Kardeşi Kapgan'ı "şad", diğer kardeşi To-si-fu'yu "yabgu" tayin etti. İstiklâlin kazanılması ve devletin kuruluşunda birinci planda rol oynayan Tonyukuk'u ("aygucı"=Toy başkanı, başbakan) yaptı, ordu ve diplomasi işlerinin tanzimini ona tevdi etti.
Yeni hakanlığın önce Çin'i taarruz hedefi olarak alacağı tabiî idi. Bir zafer akınları resmi geçidi manzarasını veren Çin seferleri, bir yandan, bu eski ve "hilekâr" hasmı baskı altında tutmak, diğer yandan, körpe Gök-Türk devletinin şiddetle ihtiyaç duyduğu yiyecek, giyecek, bilhassa at gibi zarurî madde ve vasıtayı elde etmek maksadını güdüyordu. Akınlar hep Pekin'den Kan-su'ya kadar olan sahaya, Çin Seddi'nin hemen güneyinden Hu-ang-ho'nun güney mecrasına yakın yerlere kadar yayılan ve Çinlilerin "Çu" (prefecture) dedikleri garnizon ve eyalet merkezlerine yöneltilmişti; 682'de Ping-çu 8 defa, 683'de Lan-çu, Ting-çu, Kuei-çu, Yü-çu ve Feng-çu 10 defa, 684'de So-çu 6 defa, 685'de yine So-çu ve Hin-çu 2 defa, 686'da yine So-çu, Tai-çu 11 defa, 687'de yine So-çu, Çang-p'ing 9 defa akın yapılan yerlerdi. Bu seferler esnasında Çin valileri, kumandanları mağlup edildi, orduları dağıtıldı. Büyük çapta zaferler, Hin-çu'da (Nisan 685) ve So-çu'da (Ekim 687) kazanıldı.
Ayrıca Kitanlarla 7 ve Oğuzlarla 5 kere savaştığı bildirilen İlteriş Kağan, kuzeyde Kögmen (Tannu-ula) dağlarına, doğuda Kerulen ve Onon nehirlerinin yüksek vadilerine, batıda Altaylara kadar uzanan sahadaki Türk ve yabancı kavimleri Gök-Türk idaresine almıştı. Böylece Gök-Türk devletini yeniden kurup teşkilatlandırarak töre'yi tekrar yürürlüğe koyan millî kahraman İlteriş, kutlu Ötüken yaylasında dalgalandırdığı altın kurt başlı sancağın gölgesinde öldü (692).
İlteriş öldüğü zaman, biri 8 yaşında (Bilge), diğeri 7 yaşında (Kül Tegin) olmak üzere iki oğul bırakmıştı. Kardeşi 27 yaşındaki Kapgan (aslında Türkçe unvan = Fatih) hakan oldu (692-716). Çin kaynaklarında adı Mo-ç'o diye geçen Kapgan, Türk tarihinin büyük fatihlerinden biridir. Tonyukuk, aygucılık görevini yapıyor, hakanın kardeşi, yeğenleri ve oğulları, yavaş yavaş Gök-Türk hakanlığının seçkin simaları olarak beliriyorlardı. Kapgan Kağan'ın büyük ve uzak görüşlü bir devlet adamına yakışır planları olduğu görülmektedir ki, esasları şöyle hülasa edilebilir:
a. Çin'i baskı altında tutmak. Bunda iki maksadı vardır: Türk devletinin huzurunu korumak ve halka yetecek ölçüde tarım ürünü imkanları sağlamak.
b. Çin'de dağınık halde yaşamakta olan Türkleri, anavatana (Ötüken) çekmek. Bunda da iki maksadı vardı: Türkleri yabancı hakimiyetinden kurtarmak ve Türk ülkesinde askerî ve iktisadî gelişmeyi hızlandırmak.
c. Asya kıtasında ne kadar Türk varsa hepsini Gök-Türk birliğine bağlamak. Kapgan'ın bu siyasî ve iktisadî görüşleri, onu sayılı Türk büyükleri arasında çok yükseltmektedir. Bilhassa üçüncü nokta, dikkat çekici bir siyasî kavrayışı ifade eder.
Genç, haşin ve ihtiraslı Kapgan, seferler ve zaferler dizisini, 693 Çin baskını ile açtı. Ling-çu eyaletine şiddetli bir darbe vurdu ve aynı sene içinde aynı bölgeye yedi sefer daha tertipledi. Sonra Ordos'a akın yaptı. Askerî harekâtını yeniden Ling-çu'ya doğru teksif ettiği yılda (696, Şeng-çu'ya 1, Liang-çu'ya 3, Ling-çu'ya 8 sefer) K'i-tanlarla Çin'in bozuşmasını kendi lehine değerlendirerek, T'ang imparatoriçesi Wu'yu (690-705) destekledi. Korkunç K'i-tanları Ho-pei bölgesinde ağır hezimete uğrattıktan (Ekim 696) sonra, imparatoriçeden isteklerini sıraladı: 100 bin "hu" (hu = yaklaşık 12,5 kiloluk ölçek) tohumluk darı, 3 bin adet tarım aleti, 10 bin (T'ang-shu'ya göre 40 bin) libre demir, Çin topraklarında oturan (çoğu Ordos'da "6 Eyalet" arazisinde) Türklerin, anavatana iadesi'. Sonra, Kapgan, Yenisey bölgesini işgal etmekte olan Kırgızlara yöneldi. Mevsim kış (696-697), yol uzun ve meşakkatli idi, fakat bu sefere zaruret vardı: "Kuvvetli Kırgız kağanı, Çin kağanı ve On-ok kağanı anlaşıp; Altun-yış'da (Altun ormanı = Altay dağları) buluşalım, ordularımızı birleştirelim, doğuda Türk kağanına saldıralım, (yoksa) kağan cesur ve aygucı'sı bilge olduğundan o bizi mahveder demişler". Kapgan ile Tonyukuk idaresindeki Gök-Türk ordusu "kar sökerek, ağaç dallarına tutunarak, bazen atları yedeğe alarak" yolsuz vadilerden Kögmen dağlarını aştı, Yenisey kaynaklarında Anı ırmağı kıyısında Kırgızları bastırdı, "han"ı telef olan Kırgız ülkesi teslim alındı. Sıra, üçlü ittifakta yer aldığını gördüğümüz Türgişlere (On-oklar) geldi. Fakat Çin, Kapgan'ın isteklerini sürüncemede bırakıyordu. Hakan, önce mevcut duruma uygun olarak, orduyu ve idareyi yeniden teşkilatlandırdı: Kardeşi To-si-fu'yu hakanlığın sol kanadına "şad", İlteriş'in oğlu 14 yaşındaki Bilge'yi Tarduş topluluğu üzerine "şad" tayin etti ve kendi oğlu Bögü'yü (Kitabelerde İnel Kagan, Çin kaynaklarında: Fu-kü ve "İnie Khagan") "küçük kağan" yaptı. Bu suretle Gök-Türk imparatorluğunda, askerî kuvvetler de iki ordular grubu halinde tertiplenmişti. Kapgan, Çin ile savaşa hazırlanırken, İnel Kagan ile Bilge Şad emrindeki, fakat gerçek sevk ve idaresi Tonyukuk'un elinde bulunan batı ordular grubu da, "Batıyı düzenleme", yani On-okları devlete bağlamak vazifesini almıştı. Çin elçilerine karşı Kapgan'ın şiddetli ve kararlı tutumu, şimdilik doğuda bir silahlı çatışmayı önledi: "Mo-ç'o'nun kudretinden telaşlanan Çin"den derhal 3000 tarım aleti, 40 bin "şi" (yaklaşık 3000 ton) tohumluk darı gönderildi ve Türkler, anavatan topraklarına iade edildi (698). Büyük kağanın planlarından ilk ikisi gerçekleşmişti.
Ancak, Kapgan'ın kızını bir T'ang prensi ile evlendirmek arzusuna karşı, aslında cariyelikten gelme bir kadın olan imparatoriçe Wu'nun, T'ang'lardan değil de, kendi ailesinden bir prensi damat olarak ortaya sürmesinden öfkelenen Kapgan, yanında bulunan Çin elçilik heyetinden general Yen-çi-wei'yi "Çin kağanı" ilan ederek, onunla birlikte Gök-Türk askerî gücünün bütünü ile, ansızın Çin topraklarında göründü (698): Kuei-çu, T'an-çu, P'ing-çu, Yü-çu, T'ing-çu Çao-çu eyaletlerini 30 defa vurdu. 100 bin kişilik ordusu ile, bütün Çin kuvvetlerini ezdi, at sürüleri başta olmak üzere bol ganimet ve esir aldı. Tonyukuk'un ve Bilge'nin de katıldığı bu geniş ölçüde harekat esnasında, "Yaşıl-ögüz" (Yeşil Nehir = Yang-çe = "ta-luy-Oguz") kıyılarına ve Şantung ovasına ulaştığı anlaşılan Türk orduları tarafından, 23 kasaba tahrip edilmişti. Oradan kuzeye yönelen Kapgan'a, Çin orduları kumandanı Şa-ça Cung-i (Kitabelerde Ça-ça Sengün), emrindeki birkaç yüz binlik kuvvetine rağmen saldırıya cesaret edemeyerek, Gök-Türk süvari tümenlerinin geçişini uzaktan seyrederken, ümidini kaybeden Çin sarayından orduya gönderilen gizli bir günlük emirde, "kağan"ı bulup öldürenin "prens" ilan edileceği bildiriliyordu.
Aynı yılın sonlarına doğru, ölen hatunun yoğ (cenaze) töreni ile meşgul Kağan'ın emri üzerine, İnel ile Bilge tarafından sevk edilen batı orduları grubu da, Tonyukuk'un yüksek kumandasında, Altayları (Altun-yış) aşıp Yarış ovasına (Cungarya) ilerlemiş ve Bolçuy'da On-ok kuvvetleri üzerinde kesin zafer kazanmıştı (698). "Türk budun"dan olduğu halde "yanlış hareket eden" Türgiş hakanı U-çe-le'nin (Wu-shih-le) yakalanması ve yabgusu ile şad'ının telef olmaları ile neticelenen Bolçu savuy, On-okların bütün To-lu ve Nu-şi-pi kabilelerini, yani Balkaş, İli, Isıkgöl, Çu ve Talas bölgelerindeki Türkleri, Gök-Türk birliğine bağlamıştı (699). Hakanlığın sınırları, batıda Kengü Tarban'a ve Fergana'ya dayandı. Çin kaynağı şöyle diyor: "Mo-ç'o, zaferlerinden gurur duymakta, imparatorluğumuzu hakir görüyor. Yüksek gayeleri var. Her tarafa ordular sevk ediyor. Arazisinin genişliği, 10 bin "li" (yaklaşık 4500 km) den fazla. Bütün barbarlar (= Çin dışındakiler), onun emri altında...". Böylece, vaktiyle Tardu'nun, Türk birliğini gerçekleştirdiği tarihten tam 100 sene sonra, Kapgan Kağan'ın Doğu-Batı hakanlıklarının topraklarını tek idarede toplaması yolu ile "dehşet verici Türk birliği ihya edilmişti". Bu tarihlerde, anlaşıldığına göre, Gök-Türk hakanlığına bağlı Türk kütleleri, 30 "boy" teşkil etmekte idiler. Kapgan'ın planında 3. noktanın tamamlanması için Maveraünnehir'in de zaptı gerekiyordu: Coğrafî mevkii, iklimi, verimli toprakları ile, zenginliği bütün kaynaklarda övülen Maveraünnehir'de o sırada Gök-Türk ordularına karşı koyacak bir kuvvet yoktu. Türk soylu bazı ailelerin idare ettiği "şehir krallıkları", 670'lerden beri, nispeten küçük kuvvetlerle ufak çapta teşebbüslere girişen Müslüman-Arap kumandanlarına (Abdullah b. Ziyad, Sa'id b. Osman, Musa, Muhelleb vb.) başarı ile karşı koymakta idiler.
Yine Tonyukuk'un yüksek kumandasında olmak üzere, İnel "kağan" ve Bilge tarafından sevk ve idare edilen Gök-Türk batı orduları grubu, Altaylar-Bolçu-Yanş Ovası-Çu ve Talas havzaları-Karadağ kuzeyi üzerinden Yinçü-ögüz (İnci nehri=Seyhun=Sir-derya) kıyılarına ulaştı; nehri geçerek, Maveraünnehir'in Kızıl-kum çölüne daldı ve tam güney istikametini aldı. Ordunun bir kısmını, muhtemel bir yan hücuma karşı, İnel idaresinde burada bırakan Tonyukuk, güneye ilerledi ve U-çe-le'nin oğlu olan Türgiş başbuğu So-ko idaresinde olduğu anlaşılan Sogd halkı teslim oldu. "Tinsi-oğlı" denilen mukaddes Ek-lağ 'ı aşarak ilerleyen Gök-Türk ordusu, güneyde Temir Kapıg'a (Demir Kapı) ulaştı (701). Zengin ganimet elde edildi: "Sarı altın, beyaz gümüş, eğri deve, kız-kadın..." Temir Kapıg, bilindiği gibi, milattan önceki asırlardan beri, İran ile Turan (Türk) ülkelerinin arasında, tabiî sınır kabul edilmekte idi.
Maveraünnehir seferi münasebetiyle, Orhun kitabelerinde ilk defa Müslüman Araplar (=Tezik) zikredilmiştir. (İranlıların Araplara verdikleri Tazî adından [Tayy adlı Arap kabilesinden] gelen Tezik, Türkler tarafından sonraları İranlılar için kullanılmıştır: Tacik). Bu ad o zaman, Keş şehrinde karargah kurmuş olan, Horasan valisi Muhelleb'in kuvvetleri ile ilgili olmalıdır. Anlaşıldığına göre İnel kumandasındaki kuvvet, bir Arap hücumuna karşı orada bırakılmış, fakat Muhelleb ordusu, herhangi bir harekette bulunmamıştır.
Doğuda Türk ordusu faaliyet halinde idi. 701 başlarında Tangutların sahası Lung-yu'ya (Kansu'nun kuzeydoğusu) bir akın tertipleyen Kapgan'ın, buradan Güney Ordos'da Sogd kolonilerinin (Chao-wu) bulunduğu "Altı eyalet" (=Liu Hu Çu; Kül Tegin ve Bilge Kitabelerinde: Altı Çub Sogdak) üzerine açtığı sefere (Şubat 702) Bilge ile Kül Tegin de katılmışlardı. Sogdlulann dağılması üzerine karşı çıkan Çinli kumandan Ong-tutuk idaresindeki 50 bin kişilik ordu da mağlup edildi ve Çinli general, henüz 16 yaşlarında bulunan Kül Tegin tarafından elinde silahı ile yakalanarak getirilip hakana teslim edildi (702 sonbaharı). Kapgan, Çin'e akınlarına devam etti. 702'de Yen-çu, Hia-u, Şi-ling, Hin-çu, Ping-çu bölgelerine 20 sefer yaptı. 704'de Kül Tegin ile Bilge'nin de katıldığı büyük Ming-şa (Ming-sha-hien. Kan-su'da bugün Çung-vvei-hien) muharebesinde Çaça Sengün (Çince aslı Şa-ça Çung-i) kumandasındaki 80 bin kişilik Çin ordusu bozguna uğratıldı ve hemen arkasından Lung-çu, Yuan-çu, Hin-çu'ya karşı 11 akın tertiplendi. Tang imparatoru Çung-tsung, yine günlük bir emir neşrederek, Kapgan'ı esir eden veya öldüreni, "prens" unvanı ve 2 bin top ipek vererek taltif edeceğini ilan ediyordu. Ayrıca bütün vazifelilere, Gök-Türkleri mağlup etmek için planlar hazırlamalarını emretti. Bunun üzerine sarayın yüksek memurlarından Lu Fu'nun imparatora sunduğu raporda çare olarak: 1- "Barbarları" birbirine karşı tahrik etmek, 2- "Barbarları" iki cephede birden savaşa zorlamak, yolları tavsiye ediliyor ve M.Ö. 36 yılında Çi-çi'nin böyle yenildiği hatırlatılıyordu.
Bu arada, 649'dan beri Çin ile siyasî münasebetler kurmuş bulunan Basmıllar, tekrar itaate alındı (704). 709'da Çik'ler (Yukarı Kem-İrtiş arasında, Kırgızların komşusu) ve Isıkgöl batısında Az'lar, Bilge tarafından hakanlığa bağlandı. Gök-Türk ordularının uzaklarda meşgul olmasını fırsat bilerek başkaldırmağa kalkışan Kırgızlar da Bilge-Kül Tegin idaresinde "mızrak boyu kar sökerek Kögmen dağlarını aşan" Gök-Türk orduları tarafından Songa ormanında ikinci defa mağlup edildi (710). Aynı yıl içinde Tola ırmağı civarındaki Bayırkular, Türgi-yargın gölü savaşında bozguna uğratıldı. 711 yılında, yine itaatten çıkmış olan Türgişler darbelendi, "ateş ve fırtına" gibi saldıran Türgiş kuvvetleri mağlup edilerek, Türgiş yabgusu, şad'ı ile birlikte, tabi "kağan" durumundaki So-ko öldürüldü, "Kara Türgiş" itaate alındı. Bars Beğ, Türgiş "kağan"ı tayin edilerek Bilge'nin kız kardeşi ile evlendirildi ve Maveraünnehir'e bir yürüyüş yapıldı; sebebi, kitabelere göre, "Sogdak (Semerkand bölgesi) kavmini tanzim etmek" idi. Bu seferin icra edildiği yıllar (711-714), Maveraünnehir'de meşhur Kuteybe b. Müslim idaresindeki Arap ordularının, kesin başarılar sağladığı devre tesadüf eder. Kuteybe, Buhara'yı aldıktan sonra Sogd başkenti Semerkand üzerine yürümüş, 300 muhasara makinesi ile kuşattığı şehri, Türk asıllı "kral" Gürek'i serbest bırakmak şartı ile, teslim almıştı (93/711-712). İslam kaynaklarında, bu münasebetle Maveraünnehir halkının Türk "hakan"ından yardım istediği, böylece Araplarla mücadele eden müttefik Maveraünnehir kuvvetlerinin başında bulunan "Hakanın oğlu"nun bir gece baskınında bozguna uğradığı bildirilmektedir. Bu kayıt, Gök-Türklerle ilgili sayılmış ve mağlup olanın Kül Tegin olduğu iddia edilmiş veya mağlup olan 'Gök-Türk prensi'nin mutlaka Kül Tegin olması gerekmediği beyan edilmiş, son olarak da Kapgan Kağan'ın mağlup olduğu ileri sürülmüştür. Gerçekte ne Kapgan'ın, ne Bilge'nin, ne de Kül Tegin'in o sırada Maveraünnehir'e gelmeleri mümkün idi, zira onlar, o tarihlerde hakanın şiddetli tutumundan dolayı isyan eden Türgiş ve Karluklarla meşgul bulunuyorlardı (711-714). Tonyukuk da 750'den beri faal vazifeden çekilmişti. Esasen yukarıdaki iddialar (bahis konusu rivayetin kumandan Kuteybe'nin mensup olduğu Bahila kabilesinden çıkmış olması, fakat bu devir Maveraünnehir İslâm harekâtı bakımından, ana kaynak durumundaki İbn ül-A'sami'l-Kûfî'de böyle bir rivayetin geçmemesi, Orhun kitabelerinde bir savaştan değil, sadece bir "tanzim" keyfiyetinden bahsedilmesi ile bu husustaki Çin kaynaklarının karşılaştırılmasından, Gök-Türk ordularının başka yerlerde bulunduğunun tespiti sebepleri ile) doğrulanmıştır. Bu duruma göre, 712 yılında Sogd kuvvetleri başında Araplara yenilen kumandanın, bir Türgiş "han"ı (daha doğrusu bir Türgiş başbuğu) olabileceği neticesine varılmıştır.
Kapgan Kağan'ın gittikçe şiddetini artıran müsamaha tanımaz sert tutumu, huzursuzluğu arttırıyor, gördüğümüz gibi, bilhassa Türk boylarının ayaklanmalarına yol açıyordu. İsyan edip Kengeres'e (Seyhun kıyıları, Kangahlar veya Keng-külüler memleketi?) doğru giden bir kısım Türgiş kütleleri (Kara Türgişler), 711 yılında "atların zayıf, azığın yok" olduğu güç şartlara rağmen Kül Tegin tarafından bastırılmış ise de, aynı yılda başlayıp üç seneden fazla süren ve Çin'in tahriki neticesinde Karlukların katılmaları ile iyice alevlenen isyanlar, hayli güçlük çıkardı. İmparator Çung-tsung'un Kan-su eyaletlerindeki ordularını, Gök-Türklere karşı seferber hale getirdiği bu sıkıntılı günlerde, "Türkistan"daki yurtlarından kalkarak Ötüken'e kadar sokulmağa muvaffak oldukları anlaşılan Karluklar ve müttefikleri, ancak Kapgan, Bilge ve Kül Tegin'in ortak harekâtı ile Tamıg Iduk-başdaki şiddetli savaşta (713) mağlup edilerek dağıtılabildiler. Bir kısım Karluk kütlesi ve başkaları Çin'e sığındılar ve San-yuan bölgesine yerleştirildiler. Tamıg Iduk-baş muharebesi, tam zamanında kazanılmış, Gök-Türkleri iki cephede savaşmağa mecbur etmeyi hedef alan Çin kuvvetlerinin, Karluklar lehine müdahale etmesi önlenmişti. Şimdi de Çin hazırlığını saf dışı etmek gerekiyordu: Çin yığınak merkezi Beş-balık üzerine sefer yapıldı (714). Çin kaynaklarının belirttiği üzere, İnel ile T'ung-o Tegin ve hakanın eniştesinin kumandasında sevk edilen ordu, Beş-balık'ı kuşattı. Kitabelere göre, Bilge'nin de katıldığı bu harekâtta şehir ele geçirilemedi ise de, karışıklıktan faydalanarak Soei-se'deki (Tokmak şehri, Isıkgölün kuzey-batısı) Türk kabileleri üzerinde bir başarı kazanmakla iktifa eden Çinlilerin, Gök-Türklere karşı büyük ölçüde taarruzu ortadan kaldırılmış oldu.
Ancak hakanlık, bir kazan gibi kaynamakta idi. Kitabelerdeki "Amcam Kağan'ın idaresi karışıklık içine düştüğü, halkta ikilik ortaya çıktığı zaman..." gibi ifadeler, durumu açıklamağa yeter. Az'lar ve arkasından İzgiller, şiddetle ezildi (715). Fakat hakanlığın esas kütlesini meydana getirdiği için devleti temellerinden sarsarak, nihayet ihtilale sebep olan Oğuzların isyanları, Gök-Türk içtimaî bünyesinde derin yaralar açtı ve en büyük neticesi, batının (On-ok ülkesi ve Maveraünnehir) hakanlıktan kopması oldu. 714 yılı sonbaharında başladığı anlaşılan Oğuz ayaklanmalarının -Oğuzların devlete olan nispetleri dolayısıyla- hayretle karşılandığı, kitabelerden sezilmektedir: "Dokuz-oğuz budunu, kendi budunum idi, gök ve yer karıştığı için, düşman oldu". 715 baharında Kapgan'ın açmak zorunda kaldığı Dokuz-oğuz seferinde mağlup edilen ve hayvanları öldürülen Oğuzlardan bir kısmı, Çin'e sığındı. 716 senesinde Oğuz boylarından Bayırkular, şiddetle bastırıldı. Fakat bu, ömrü boyunca durup dinlenmeyen, haşin tabiatlı Kapgan Kağan'ın seri halindeki zaferlerinin sonuncusu oldu. Kendinden emin, Ötüken'e dönerken yolda Bayırkuların pususuna düştü ve öldürüldü (22 Temmuz 716). Asilerin Çin ile temas halinde oldukları, bu sırada onlar nezdinde bir Çin elçisinin bulunmasından anlaşılıyor. Hattâ rivayete göre, Kapgan'ın kesilen başı bu elçi tarafından Çin'e götürülmüştür.
Kapgan'ın yerine geçen oğlu İnel (Bögü), hakanlığın bu buhranlı devrinde, devlet dizginlerini tutacak kudrette değildi. Karışıklığı önleyememiş, yurda huzur getirememişti. Halbuki Türk halkı, bu hizmetleri, hakandan beklerdi. Oğuzlar, büsbütün alevlendikleri için devleti kurtarmak işi, İlteriş'in oğullan, sol Bilge elig'i olan Bilge ile Kül Tegin'in omuzlarına yüklenmişti. 716 yılında Kül Tegin, beş Oğuz seferi yapmış (Togu-balık, Kuçlaguk, Urgu [veya Antırgu?], Çuş-başı, Ezgenti-kadız savaşları. Bunlardan ikincisinde Edizlerle, dördüncüsünde Tongralarla savaştı) ve seferlerden dördüne Bilge de katılmıştı. O sene büyük ölçüde hayvan telefatına sebep olan kıtlıkta bile, Bilge sefer halinde idi. Ötüken üzerine yürüyen Üç-oğuzlar, Kül Tegin tarafından püskürtüldü. Dokuz-Tatarlarla ittifak ederek hücuma geçen Oğuzlar, Agu'da cereyan eden iki savaşta bozguna uğratıldı ve Oğuz kütleleri, Çin sınırına doğru çekildiler. Uzayıp giden bu savaşlar dolayısıyla, kitabelerde Gök-Türk ordusunun takatten düşüp, cesaretini kaybettiğini belirten ibareler vardır. Olup bitenler, yeni hakanın beceriksizliğine atfolunuyor ve halkta, Tanrı tarafından hakanlık yetkisinin ondan geri alındığı kanaati uyanıyordu. Ülkenin felâketten kurtulması için, hakanın değişmesi lâzımdı. Çin kaynaklarındaki izahata göre, herhalde Bögü'nün direnmesi neticesi, değiştirme zor kullanılarak yapıldı. İnel Kağan, kardeşi, akrabaları, beyleri ve taraftarları öldürüldü. İhtilal planı, iki kardeş, Bilge ve Kül Tegin tarafından hazırlanmış, fakat Kül Tegin tarafından icra edilmişti.
Bilge, kağan oldu (716-734, Tengri teg Tengride bolmış Türk Bilge). "Sol Bilge elig"liğe getirilen Kül Tegin de, Gök-Türk ordularının tanzimini üzerine aldı. 705 yılından beri Yargu (yüksek mahkeme) üyeliği yapmakta iken , Bilge'nin kayınbabası olduğu için, ihtilal sırasında dokunulmayan Tonyukuk da tekrar eski vazifesi olan "aygucılığa" (Devlet Meclisi Başkanlığı) getirildi. Fakat umumî bir yorgunluk, bezginlik vardı:
"Tanrı, Türk kavmi yaşasın diye beni tahta oturttu... İçte aşsız, dışta giyeceksiz bir kavme, kağan oldum. Babamızın, amcamızın kazandığı milletin adı, sanı unutulmasın diye kardeşimle sözleştik. Türk milleti için, gece uyumadım, gündüz oturmadım. Kül Tegin ile ve şadlarla, ölesiye çalıştık..." Mücadele, şiddetle devam ediyordu. 717'de Uygur ilteberi ile (Kargan savaşı), 718'de tekrar isyana teşebbüs eden Karluklar ile savaşıldı ve başarıya ulaşıldı.
Bilge Kagan, Çin ile iyi geçinmek arzusunda idi. Bunun lüzumuna, Çin'in kuvvetli, Gök-Türklerin ise yorgun ve ihtimama muhtaç olduğu hususundaki, Tonyukuk'un da kanaati neticesinde inanmıştı. Fakat sığıntı Gök-Türk prensi ile etrafındakileri, 718'de Bilge'ye karşı savaşa teşvik eden ve aynı zamanda K'i-tan ve Tatabıların askerî desteğini sağlayan Çin, Beş-balık'taki Basmıllar ile de anlaşmıştı. Nazik durum, büyük devlet adamı ve stratejist Tonyukuk tarafından kurtarıldı. Onun planı, sevk ve idaresi altında önce Basmıllar mağlup edilip, Beş-balık kuşatıldı, sonra da yalnız kalan Çin, şiddetli bir darbe ile baskı altına alındı: Şan-tan (Kan-su'da) savaşında Çin ordusu bozguna uğratıldıktan (Eylül 720) ve Beşbalık zaptedildikten sonra, Kan-çu, Yüan-çu, Liang-çu bölgeleri, 10 sefer yapılarak ele geçirildi. K'i-tanlar ve Tatabılar, saf dışı edildi (722-723). Karluk İl-teber'i, memleketi terk etti ve orada Bilge Kağan, halk tarafından sevinçle karşılandı. Hakanlık, eski zindelik ve itibarını kazanmıştı. Bütün doğu ve Tarbagatay'a kadar batı, hakanlık idaresinde idi. Hattâ Bilge, 717 karışıklığında Ötüken ile ilgisini kesip müstakil bir devlet durumuna girmiş olan Türgiş bölgesini bile, kendine tabi saymakta idi. Bu başarılar, üç Gök-Türk büyüğünün, Tonyukuk, Bilge ve Kül Tegin'in azim ve gayreti ile elde edilmişti. Çin de şüphesiz durumun farkında idi. 725 yılında imparator Hüan-tsung'un başkanlığında yapılan bir toplantıda şöyle konuşuluyordu: "...Gök-Türklerin ne zaman, ne yapacakları bilinmez. Bilge iyidir, milletini sever, Türkler de ondan memnundurlar... Kül Tegin, harp sanatının üstadıdır, ona karşı koyacak bir kuvvet, zor bulunur... Tonyukuk ise otoriter ve bilgedir, niyetleri, kurnazlığı çoktur. İşte şimdi bu üç "barbar", aynı anlayışta olarak bir aradadırlar..." 721 yılındaki Gök-Türk barış teşebbüsüne, kalabalık bir ordu teşkiline girişmekle cevap vermiş olan Çin imparatoru Hüan-tsung, artık o teklifi müsbet karşıladığını bildirebilirdi. İmparator tarafından Ötüken'e gönderilen elçiyi Bilge hakan, hatunun, Kül Tegin'in, Tonyukuk'un ve diğerlerinin hazır bulunduğu mecliste kabul etti (725).
Büyük Türk devlet adamı Tonyukuk ile ilgili son bilgi 725'deki bu haberdir. O, herhalde bu tarihten az sonra ölmüş olmalıdır. Gök-Türk istiklâl savaşı hazırlıklarından itibaren, İlteriş, Kapgan, Bilge zamanlarında devlete 46 yıl hizmet eden, savaşlarında hiç başarısızlığa uğramayan, "Boyla Baga inançu Yargan Apa Tarkan" unvanlarını taşıyan, "bilge" ve stratejist Tonyukuk, hakanlığın ordusunu, adliyesini tanzimde başta geliyordu. Çin kaynaklarında bile bu meziyetleri belirtilmekte ve "Aygucı" olarak devletteki büyük rolünü, o çağın dinî, kültürel cereyanlarını nasıl yakından takip edip, Türk milleti açısından değerlendirdiğini gösteren deliller verilmektedir: Bilge Kağan, Çin'de olduğu gibi Türk ülkesinde de, şüphesiz savunma maksadı ile, şehirleri surlarla çevirtmek, hisarlar yaptırmak istiyordu. Tonyukuk, itiraz etti: "Bunlar olmamalı. Biz, ömrünü, sulu ve otlu bozkırlarda geçiren bir milletiz. Bu hayat, bizi daima bir harp egzersizi içinde tutmaktadır. Gök-Türklerin sayısı, Çinlilerin yüzde biri bile değildir. Başarılarımız, yaşayış tarzımızdan ileri gelir. Kuvvetli zamanlarımızda ordular sevk eder, akınlar yaparız. Zayıf isek, bozkırlara çekilir, mücadele ederiz. Eğer, kale ve surlar içine kapanırsak, T'ang orduları bizi kuşatır, ülkemizi kolayca istila eder..." Bilge'nin diğer bir düşüncesi de, memlekette Budist ve Taoist tapınaklar inşa ettirerek, bu din ve felsefeyi Türkler arasında yaymaktı. Tonyukuk şöyle dedi: "Her ikisi de insandaki hükmetme ve iktidar duygusunu zaafa uğratır. Kuvvet ve savaşçılık yolu, bu değildir. Türk milleti'ni yaşatmak istiyorsak, ne bu talimlere, ne de tapınaklara ülkemizde yer vermemeliyiz". Kaynağın (T'ang-shu) ilave ettiğine göre, bu tavsiyelerdeki derin manâ, Gök-Türk başkentinde iyi anlaşılmıştır. Bugün, Batılı araştırıcılar tarafından, Tonyukuk'a "Gök-Türk Bismarck'ı" denilmektedir.
Tonyukuk öldükten sonra, hatırasına, Orhun'da Bayın-çokto mevkiinde bir kitabe dikilmiştir (herhalde 726-727'lerde). Yalnız Türklerden kalma bir millî tarih kaynağı olarak değil, aynı zamanda, Türk dili ve edebiyatının uzun ve kolayca okunabilen ilk abidesi olarak da kültür tarihinde mühim yer tutan bu kitabe metninin, bizzat Tonyukuk tarafından kaleme alınmış olması ihtimali, Aygucı Bilge Tonyukuk'a, Türk edebiyatının adı ve şahsiyeti bilinen ilk siması olmak şerefini kazandırmaktadır.
731 yılında da, prens Kül Tegin öldü (27 Şubat 731). 47 yaşında idi. 7 yaşından beri, ömrünü Türk milletinin yücelmesine hasreden, cesareti, savaşçılığı hem Türk, hem Çin vesikalarında övülen Kül Tegin'in büyük kahramanlıklarından biri, Gök-Türk başkenti, 716'da Üç-oğuzlar tarafından basıldığı zaman görülmüştü. Bilge Kağan anlatıyor: "Anam hatun, büyük analarım, ablalarım, gelinlerim, prenseslerim cariye olacaktı, ölenler yolda kalacaktı. Kül Tegin, karargâhı vermedi... O olmasa idi, hepiniz ölecektiniz..." Ölümü, hakanlıkta büyük üzüntü doğuran kahraman hakkında, kitabelerde şu samimî ifadeler yer almıştır (Bilge'nin ağzından): "..Küçük kardeşim Kül Tegin öldü, görür gözüm görmez oldu, bilir bilgim bilmez oldu... Zamanın takdiri tanrınındır. Kişi-oğlu ölmek için yaratılmıştır. Yaslandım, gözden yaş, gönülden feryat gelerek yanıp yakıldım... Milletimin gözü, kaşı (ağlamaktan) fena olacak diye sakındım". Çin'de de aynı üzüntü duyulmuş, imparator, hususî elçi ile Ötüken'e baş sağlığı mektubu göndermiş, Kül Tegin'in hatırasına dikilecek abidede, Çince bir metnin de bulunmasını arzu etmişti. Bilge Kağan'ın isteği ile hazırlanan Kül Tegin kitabesinin Türkçe metnini, Hakanın ve Kül Tegin'in "atı"sı (atabey'i) Yollıg Tegin yazmış ve 20 günde taşa kazdırmıştı. Gök-Türk tarihi, kültürü ve Türk dil ve edebiyatı yönlerinden emsalsiz bir değer taşıyan bu kitabe ile birlikte, Kül Tegin'in anıt-kabri ve içindeki nakış ve tasvirler tamamlanmış ve büyük cenaze töreni, 1 Kasım 731 günü ("Koyun" yılının 9. ayının 27'si) yapılmıştır. Törene Gök-Türk halkı ve ileri gelenlerinden başka Çin, K'i-tan, Tatabı, Tibet, İran-Soğd, Buhara, Türgiş, Kırgız vb devlet ve kavimler, hususî heyetlerle katılmışlardır. İki büyük yardımcısını kaybeden Bilge'nin, 734 yazında K'i-tan ve Tata-bılara karşı Töngkes dağında kazandığı zafer dışında bir faaliyeti görülmemektedir. 727 yılında Bilge, hakanlık hükümet üyesi (Bakan) Mei-lu ç'o'yu Çin'e göndermiş ve imparator tarafından itina ile ağırlanan elçinin temasları neticesinde, So-fang (Ling-çu'da) şehrinin, Gök-Türklerle serbestçe ticaret yapılabilecek, ortak pazaryeri olması için anlaşmaya varılmıştı. 734'de Çin'e gönderilen Türk elçisi, Hakan'ın öteden beri üzerinde durduğu, bir Çinli prenses ile evlenme talebini kabul etmiş olan imparatora teşekkür mektubunu götürüyordu. Fakat bu evlenme gerçekleşmedi, çünkü Bilge yukarıda adı geçen Buyruk-çor tarafından zehirlendi. Ölünceye kadar, başta bu nazır olmak üzere işbirlikçilerini bertaraf eden Bilge, nihayet 25 Kasım 734'de öldü. 50 yaşında idi. 19 sene "Şad" ve 19 yıl kağan olmuş, Çin kaynaklarında da belirtildiği üzere, "Türk milletini çok sevmek" ile temayüz etmiş idi. Türk milletinin ebedîliğine olan inancını, "Ey Türk milleti, üstte gök yıkılmaz, altta yer delinmezse, devletini, töreni kim bozabilir?" diye ifade eden ve doğuda Şantung ovasına, güneyde Tokuz-ersin, batıda Demir Kapıya, kuzeyde Yır-bayırku sahasına kadar seferler yaptığını hatırlatan Bilge, oğlu tarafından diktirilen kitabede şunları söylemektedir: "... Üstte Tanrı, aşağıda yer buyurduğu için, milletimi, gözünün görmediği, kulağının duymadığı ileri gün doğusuna, geri gün batısına, beri gün ortasına, yukarı gece ortasına kadar götürdüm. Altının sarısını, gümüşün beyazını, ipeğin halisini, atın aygırını, kakımın siyahını, sincabın gökünü, milletime, Türklerime kazandırdım". Bilge Kağan'ın ölümü, Kül Tegin'in üzüntüsü içinde bulunan Türk halkını, büsbütün yasa boğdu. Çin imparatoru da ülkesinde matem ilan ederek, taziyetlerini bildirdi. Bilge için bir anıt-kabir inşasına ve bir kitabe dikilmesi hazırlığına başlandı. Metni yine Yollıg Tegin kaleme almış ve bir ay dört günde taşa işletmişti. Çin imparatorunun arzusu üzerine, buraya da Çince bir kitabe ilave edildi (735). Bilge için cenaze töreni, 22 Haziran 735'de ("domuz" yılının 5. ayının 272'si) yapıldı.
Bilge'nin ölümü üzerine, Gök-Türk hakanlığında çöküş belirtileri kendini gösterdi. Babasının yerine tahta Tengri Han İ-yan (veya Yi-Yan) geçti. 740 yılında Gök-Türk tahtında yine "Tengri Han" diye anılan bir kagan vardı ve bu, Bilge'nin oğlu idi. Hakan, çocuk denecek yaşta olduğu için, idare, annesi (Tonyukuk'un kızı) P'o-fu'nun elinde idi. Hatun, devlete hakim olamadı, hanedan üyeleri birbirine düştü ve huzursuzluk bütün yurda yayıldı. Durumdan faydalanan Basmıllar, Karluklar ve Uygurlar birleştiler ve vaziyete hâkim olur olmaz, Aşına ailesinden gelen Basmıl başbuğunu "kağan" ilan ettiler (742) ve Gök-Türk hakanı Ozmış'ı (Wu-su-mi-şi), sonra da onun küçük kardeşi, son Gök-Türk hakanı, Po-mei'yi öldürdüler. Bu arada müttefiklerin araları açıldı. Basmıl başbuğu (kağan) ortadan kaldırıldı ve Uygur ilteberi (Yabgu İlteber = Kieh-li tu-fa) kağan ilan edildi: Kutlug Bilge Kül (745). Ötüken'de, Uygur Türk Devleti başlıyordu. Bununla beraber, Gök-Türk çağının bazı aileleri, hattâ Tonyukuk soyundan gelenler, Uygur devletinde ve sonraki Moğollar devrinde bile, ehemmiyetlerini muhafaza etmiş görünmektedirler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder