11 Şubat 2011 Cuma

Türk Sultanları - Balaban (Giyasüddîn Uluğ Han)

Delhi Müslüman-Türk Devleti hükümdarı. İsmi Balaban olup Türk’tür. Ecdadı, Kıpçak boylarındandır. Babası, on bin çadırdan meydana gelen Alp-Eri kabîlesinin başbuğu idi. Doğum yeri ve târihi bilinmemektedir. 1287 (H. 686) senesinde Delhi’de vefât etti. Sultan İltutmuş’un kabri civarındaki kabri hâlen harabe halindedir.
Balaban, Aybek’in kurduğu Delhi Memlûk Devleti’nin İltutmuş’dan sonraki en büyük hükümdarıdır. İltutmuş’un çocukları zamânında çökmeye ve dağılmaya yüz tutan Türk Devleti’ni yeniden kuvvetlendiren ve Hindistan’ı Moğol istilâsından koruyan Balaban, parlak fetihleriyle Müslümanların nüfuzunu genişletip kuvvetlendirdi.
Gençliğinde küçük kardeşi ile beraber Moğolların elinde esir olan Balaban, önce Bağdad’a, sonra Gücerat’a götürülüp esir diye satıldı. İlmi ve dürüstlüğüyle tanınan Hoca Cemâleddîn Basrî isimli bir zât tarafından satın alındı. O zâttan ilim öğrendi, iyi bir terbiye ile yetiştirildi. 1232 (H.630)’da Delhi’ye götürülerek Sultan İltutmuş’a takdim edildi. Balaban’ın zekâ ve kâbiliyetini gören Sultan, onu kendi hizmetine aldı. O günden sonra yıldızı parladı ve kırk kişiden meydana gelen devletin üst seviyedeki yöneticileri arasında yer aldı.

Moğolların İstilasını Önledi
Alâeddîn Mesûd zamânında emir-i hâcibliğe yükselen Balaban, 1245’de Sind’i istilâ eden Moğollara karşı harekete geçerek, hükümdarı ve emri altındaki beyleri harbe teşvik etti. Kazandığı zaferlerle Moğolların ellerindeki binlerce Müslüman ve Hindli esiri kurtararak Hindistan’ın Moğollarca istilâsını önledi. Kazandığı bu zafer ile şöhreti her yere yayıldı. Halk ve beyler arasında büyük îtibâr kazandı.
1246 (H.644) senesinde Sultan Nasîrüddîn Mahmûd tahta geçince devlet idâresini eline aldı. Kızını, Sultan Nasîrüddîn Mahmûd ile evlendirdi. Balaban, melik ünvanı yerine han ünvanını aldı. Az zaman sonra da idârî ve askerî bütün işlerde hükümdarın nâibliğine yâni vekilliğine tâyin edildi. İlk iş olarak devlet idaresine sızan fitnecileri azledip, topluluklarını dağıtan Balaban’ın ordu ve halk üzerindeki nüfuzu arttı.
Fakat sarayda onun başarılarını çekemeyen, mevkî ve makam sâhibi kimseler de vardı. Bunlardan Hindû dönme İmâdüddîn Reyhan, çeşitli gizli hîle ve entrikalarla, hükümdarı, Balaban aleyhindeki iftiralara inandırdı. Bunun sonunda 1253 (H.651) senesinde Balaban iş başından uzaklaştırıldı ve taraftarları azledildi. Vilâyetlerde hoşnutsuzluk ve anarşi çıkması üzerine 1254 (H.652) senesinde tekrar işbaşına getirildi. Devlet, böylece ehil ellerde emniyet altına alındı. Balaban hizmet aşkı ile işe başlayıp kısa zamanda eski nizam ve intizâmı sağlayıp memleketin huzurunu temin etti.

Delhi Sultanı Oldu
Müslüman köyleri yakıp yıkan Hindli isyancıları bastırtıp, ocaklarını kuruttu. İltutmuş soyundan gelen Sultan Nasîruddîn Mahmûd’un vefâtı üzerine Balaban, “Es-Sültân-ül muazzam, Gıyâsüddünyâ ved-dîn” ünvanı ile 1266 yılında Delhi Türk Sultanlığı tahtına geçti. Sarayda ve devlet nizâmında düzenlemeler yaptı. Yirmi iki yıllık saltanatı boyunca, adaletten ayrılmadı. Affetmeyi severdi. Kurduğu düzenli ordu ile Moğollarla mücâdele etti.

Bengal vâliliğine tâyin ettiği kölelerinden Tuğrul Han, memleketinin uzaklığını ve Sultan’ın Moğollarla uğraşmasını fırsat bilerek isyan bayrağını açtı ve sultanlığını îlân etti. İsyanı bastırmak için önce bir ordu gönderen Balaban, sonra ordusunun başında, isyan merkezine hareket etti. Tuğrul Han, hazîne ve fillerini alarak uzaklara çekildi.
Onu yakalamadan Delhi’ye dönmeyeceğini bildiren Balaban, Tuğrul’u yakalayıp cezalandırdı ve Bengal’e ikinci oğlu Mahmûd Buğra Han’ı vâli tâyin etti. Sonra âsîlerin hâlini gösterip; “Olur ki bir gün müfsit bir nankör sana, Delhi’yi dinleme, sultanın buyruklarına uyma der. O vakit sen, cezalarını gören şu kimseleri hatırla. Benim sözümü unutma ve bil ki, Hint, Sint, Mevla, Gücerât, Laknarti (Bengal), Senargaon’da bulunan, haraç ve cizye veren hükümdar ve valiler, Delhi sultânına karşı ayaklanıp kılıca sarılsalar; kendilerinin, çoluk-çocuklarının, adam ve oymaklarının sonu, Tuğrul ve Tuğrullarınkiler gibi olacaktır” dedi. Sonra da Delhi’ye döndü.
Bu büyük gaileden kurtulmuş olan Sultan, çok geçmeden büyük oğlu Muhammed’in 1285 (H.684) de Pencab’a giren Moğol orduları ile yaptığı harpte şehit olduğu haberini aldı. Âlimleri, sâlih ve velîleri himaye eden fazîlet sahibi veliahdının şehâdeti, Balaban’ı ziyadesiyle sarstı. O zaman seksen yaşında olan Balaban, öteki oğlu Buğra Han’ı Bengal’den getirip veliaht yaptı. Buğra Han, Bengal’i daha iyi bulup oraya gidince, Balaban, Muhammed’in oğlu Keyhüsrev’i veliahtlığa getirdi ve 1287 (H.686) târihinde vefât etti.

Dinine Çok Bağlıydı
Her işini âlimlere danışan, kadılara ve müftîlere hürmet eden bir sultan olan Balaban, hazarda ve seferde gece de dâhil ibâdetini terketmezdi. Mübarek yerlerde uyumadan sabahlar, cemâate iştirak eder, abdestsiz dolaşmazdı. Cumâ namazını eda ettikten sonra bulunduğu yerdeki âlimlerin, sâlihlerin, velîlerin kabirlerini ziyaret ederdi. Sonra Şeyh Burhâneddîn Balkî, Mevlânâ Sirâceddîn Sencerî, Kadı Şerefüddîn Velvacî ve Mevlânâ Necmeddîn Dımeşkî gibi zatları ziyaret eder, duâlarını alırdı.
Din adamlarının ve ileri gelenlerin cenâzelerine katılır, vefât eden zâtın yakınlarına geçimleri için maaş bağlardı. Atı üzerinde giderken Kur’ân-ı kerîm okunduğunu işitse, hemen iner, halkın arasına oturur, sonuna kadar dinlerdi. Hâlis bir Müslümandı. Moğol istilâsından Hindistan’a İlticâ eden garip Müslümanlara kucak açıp, büyük yardımlarda bulundu. İnsanlar bu âdil sultan zamanında rahat ve huzûr içinde yaşadılar.

Balaban'a Göre Hükümdarın Vazifeleri
Balaban’ın saltanatı, ilmin ve sanatın gelişmesi bakımından da dikkate şâyândır. Devrinde büyük şâirler yetişti. Âlimler ve sanatkârlar himaye gördü. Ferîdüddîn Mesûd Gencişeker, Sadrüddîn bin Bahâüddîn Zekeriyyâ, Bedrüddîn Gaznevî gibi sâliher; Hamîdüddîn, Bedrüddîn Dımeşkî, Hüsâmeddîn gibi tıb âlimleri; emir Hüsrev Dehlevî ve Hasan Dehlevî gibi büyük şâirler, Balaban’ın devrinde yetişip himâye görenlerdendir.
Âlimlere hürmette kusur etmeyen Balaban’ın kendisi de ilim sahibi idi. Ona göre; bir hükümdar şu dört işi yapmakla kurtulur. Birincisi; dîni koruyup, onun emir ve yasaklarını tatbik etmek, ikincisi; ahlâksızlığı, suçları, günah, israf ve sefâleti yok etmek. Üçüncüsü; dindar, Allah korkusu olan ve asîl görevliler tâyin etmek. Dördüncüsü; adaletin tatbik edilmesine dikkat etmek. Bu sebeble şöyle demiştir; “Benim bütün yapabileceğim, zâlimlerin zulmünü kaldırmak ve kânun karşısında herkesin eşit olmasını temindir. Devletin ihtişamı, tebeayı (halkı) sâdık ve disiplinli kılabilmesine bağlıdır. Zâlim hükümdar, rüzgâr altında mum gibidir.”
İbn-i Battûta’nın da bildirdiğine göre, Delhi Müslüman-Türk Devleti’nin büyük hükümdarı Balaban; adaletli, fazîletli ve güzel ahlâk sahibi bir zât idi. İnsanlara hizmeti sever, onların duâlarını almaktan zevk duyardı. Fakir, fukara, yetim, borçlu ve mazlum kimselerin himaye gördüğü Dâr-ül-emîn isminde hayırlı iş ve hizmetler gören bir merkez yaptırdı.

Teşrifat usûllerine yerli yerince riâyet etmesine rağmen, husûsi hayâtı çok sâde idi. Nizam ve intizâmı sever, en mahremlerinin yanına bile düzgün bir kıyafetle çıkardı. Ciddiyeti sever, şakadan, eğlenceden, maskaralardan, dalkavuklardan, soytarılardan hoşlanmazdı. Kahkaha ile güldüğü görülmedi. Bundan dolayı en yakınları dahî, ona karşı sevgi ve korku ile karışık bir hürmet duyarlardı.
Balaban, devlet menfaatini ve devleti temsil eden sultânın nüfuzunu her şeyin üstünde tutardı. Zamanında posta ve istihbarat işleri için Berid teşkilatı kurdu. Lüzum gördüğünde gerekli cezayı vermekten çekinmezdi. Nefsine hâkim olup, hiç kimseye ve hiç bir şeye karşı zaaf (meyil) göstermezdi. Uzun ömrü boyunca îmân, irâde ve çalışma azminden hiç bir şey kaybetmedi. İcraatları, güzel ahlâk ve siyâsetiyle, orta çağ Türk târihinin en büyük hükümdarları arasında yer aldı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder