11 Şubat 2011 Cuma

Türk Sultanları - Abdullah Han

Mâverâünnehr bölgesinde kurulan (şimdiki Özbekistan bölgesinde) Şeybânî hanedanlığının büyük hükümdarlarından. İsmi, Abdullah bin İskender bin Ebü’l-Hayr’dır. 1533 (H.940) senesinde Aferinkend’de doğdu. Doğduğu zaman babası İskender Han, duâsını almak için büyük âlim Ubeydlullah-ı Ahrâr’ın talebesi ve zamanın âlimi Hâce Kasım Kâşânî’ye götürdü. Hâce Kâşânî, Abdullah Hân’ın sâlih bir kişi olması için duâ ettikten sonra; “Bu çocuk, ileride büyük bir sultân olacak” dedi ve belindeki deve tüyünden yapılmış olan kuşağını çıkarıp, Abdullah Hân’a sardı. Onun, âlimler elinde terbiye edilmesini tavsiye etti.

Aklı ve zekâsının çokluğu, üstün kabiliyeti ile devrin kıymetli âlimlerinden ders alarak çok iyi bir şekilde yetiştirildi. Kur’ân-ı kerîmi, aklî ve naklî ilimleri ve devlet idaresini çok mükemmel öğrendi. Babasının, devlet erkânının, âlimlerin ve çevresinin takdirini kazandı. İskender Han, oğlu Abdullah’a çok îtimâd ettiğinden, şehzadeliğinde devlet idaresiyle vazifelendirdi.

Babası tarafından Kermine bölgesine vali olarak tâyin edilince, idarecilikteki kabiliyetini ortaya koydu. Bu bölgede ilk işi, topraklarına saldıran çevre beyliklerin hücumlarını önlemek oldu. Taşkent ve Semerkand hâkimlerine karşı mücâdele etti. Onları tesirsiz hâle getirdi. Buhara ve Şehr-i Sebz istikâmetinde seferler yaptı. Bu seferlerde topraklarının bir kısmını kaybetmesine rağmen, mücâdeleyi bırakmadı.

Taşkent hâkimi Nevruz Ahmed Han’ın vefâtı üzerine, kaybettiği toprakları geri aldı. Yeniden ele geçirdiği Kermine şehrinde yaşıyan ve zamanın büyük âlimlerinden olan Hâce Kasım Kâşânî, Abdullah Han’ı çok severdi. Hâce Kâsım Kâşânî, Kermine’ye gelmek için yola çıkan Abdullah Han’ı karşılamaya çıktı. O mübarek zâtın kendisini karşılamasına karşı, Abdullah Han da tevâzusundan başlığını atıp boynuna bir ip geçirdi. İpi de süvarilerinden birinin eline verip çektirerek, Kermine’ye doğru geldi. Onun bu hâlini gören Hâce Kâsım çok müteessir oldu. Ona kendi hırkasını giydirdi ve muvaffakiyeti için duâ etti.

Abdullah Han, 1557 senesi ilkbaharında Buhârâ’yı alıp, payitaht yaptı. Babası, memleketin idaresini Abdullah Han’a bıraktı. Babasının vefâtına kadar, on üç sene onun nâmına ülkeyi idare etti. Babasının vefâtından sonra ülke topraklarını, Kuzey Türkistan’a kadar genişletti. Onun hâkim olması ile bu bölgelerdeki halk, sulh ve sükûna kavuştu.

Osmanlı'larla Dostluk Kurdu

Abdullah Han, Safevîlere ve Ruslara karşı, zamanın en büyük devleti Osmanlılarla münâsebet kurdu. Hindistan’daki büyük İslâm devleti Bâbürlüler (Gürgânîler) ile de dostâne münâsebetlerde bulunup müttefik oldu. Özbek sultânı Abdullah Han ve Osmanlı sultanları, doğu ve batı Türklüğü ile Ehl-i sünnet Müslümanları birbirinden ayıran Safevîleri ortadan kaldırmak istediler. Devrin en mükemmel silâh ve tekniğine sâhib olan Osmanlılar, Özbeklere ateşli silâhlar, teknik âlet ve edevat ile bunları kullanacak eleman gönderdiler. Osmanlılar’dan aldığı teknik yardım, Abdullah Han’ın hâkimiyetini kuvvetlendirdi. Bu yardımlarla Safevîler’e, Rus ve âsîlere karşı daha da üstün duruma geçti.

Abdullah Han, maddî kuvvetlerin yanında manevî kuvvetleri de seferber etti. Pekçok evliya ve âlim yetiştiren Mâverâünnehr ve Türkistan’daki Allah adamlarının yardımlarıyla, İslâmiyet’i yayıp Ehl-i sünnet îtikâdını kuvvetlendirmeye çalıştı. Bugün bile normal hayat sürmeye müsait olmayan Sibirya’ya, Buhara ve Harezm’den alperenler (derviş gâzîler), İslâmiyet’i anlatmaya gittiler.

Abdullah Han, isyan ve sapıklıktan dönmeyenlere karşı, önce nasîhatçı gönderir, nasîhat dinlemeyip de; isyan, ihanet ve sapıklıkta ısrar edenler üzerine de, askerlerini seferber ederdi. 1587 (H.996) senesinde, Taşkent isyanını bastırdı. Bedehşân, Horasan, Gîlân ve Harezm’i zabtetti. Doğu Türkistan’a sefer tertib ederek, Kaşgâr ve Yerkend’ deki âsîleri cezalandırıp, mukavemet mahallerini tahrib etti.

Osmanlı ve Bâbürlüler ile ittifakı neticesinde, Safevîlere ve Ruslar’a karşı destanlaşan mücâdeleler verdi. Çok hayırlı neticeler alındı. Doğu ve Batı İslâm âlemini birleştirmek, Safevî-İran engelini aşmak ve Rusların Asya’ya yayılmasını önlemek için, Don-Volga kanalını açmaya teşebbüs edildi. Bu kanalla Osmanlılar, Don ve Volga nehirleri vasıtasıyla Hazar Denizi’ne ulaşmak ve Asya’daki Ehl-i sünnet îtikadındaki Türkler ile daha yakın münâsebet kurmak istiyorlardı.

Abdullah Han, 1587 (H.996) senesinde Osmanlılar’a elçi göndererek, Ejderhân da denilen Astırhan Hanlığı arazisine sefer tertiplenmesini istedi. Osmanlılar, Ejderhân ve Kazan seferi olarak bilinen seferler düzenlediler. Abdullah Han ise, Ruslar’ın; Astırhan ve Hazar Denizi’ndeki faaliyetleriyle, Orta Asya’ya yayılma teşebbüsü ile ciddî şekilde ilgilendi. Tabıl’daki Küçüm Han’a maddî ve manevî yardımda bulundu. Başkurdistan’daki Nogaylı Urus Mirza’ya da külliyetli mikdarda yardımda bulundu. Rus aleyhdârı faaliyetleri başlattı. Rusların, daha onaltıncı asrın sonlarında Orta Asya’da görünmesinin önüne geçti. İdil nehrinin doğusundaki bütün memleketleri, Türkistan’ı nüfuzu altına aldı.

Âlimlere ve Evliyaya Danışmadan İş Yapmazdı

Âlimlere ve evliyaya hürmet ve saygıda hiç kusur etmeyen Abdullah Han, savaşa çıkmadan önce onlara danışır, uygun görülmeyen işi yapmazdı. Yine böyle bir sefer başlangıcında hazırlıklarını yapıp, ikide bir Ehl-i sünnet Müslümanları tâciz eden, Safevîler üzerine savaş açmanın caiz olup olmadığını âlimlerden sordu. Zamanın büyük âlimi, İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretleri, meşhur Redd-i Revâfıd risalesini yazarak, Abdullah Han’a gönderdi.

İmam-ı Rabbânî hazretleri, risale ile birlikte gönderdiği mektubunda; “Bunu Şah Abbâs-ı Safevî’ye gösterin! Kabul ederse ne iyi, etmezse onunla harb caiz olur” buyurdu. Safevî hükümdarı, bu mübarek zâtın doğru yola davetini kabul etmeyip, saldırganlığında ısrar etti.

Abdullah Han, Osmanlı serdâr-ı ekremi Ferhat Paşa’nın, İran’ın batısında Karabağ, Gence ve havâlisinde başarılı fetihlerde bulunmasından da istifâde etti. Safevîler üzerine, doğu taraftan sefer açtı ve 1588 (H.997) senesinde Herat’ı fethetti. Sâfevîleri cezalandırıp, Müslümanları rahatlattı. Kendisi, Nişâbûr, Sebzvar ile diğer şehir ve kaleleri fethederken, oğlu Abdülmü’min de, İran’ın Meşhed, İsfehan ve daha bâzı mühim şehirlerini ele geçirdi. 1594 (H. 1003) senesi başında İstanbul’a bir elçi gönderip, muvaffakiyetlerini halîfe-i Müslimîne arz etti. Osmanlılar da, Abdullah Han’a bir elçilik heyeti ile birlikte, teknik yardım ve eleman gönderdiler.

Bu savaşlardan sonra, Abdullah Han, oğlu Abdülmü’min’i kendi yerine tahta vâris yaptı. Bu sebeple ona Han ünvanını verdi. Babasının, kendisine karşı müsamaha ve iyiliklerine rağmen, muharebe meydanlarında kazandığı zaferlerin sarhoşluğu ile bütün Şeybânîleri kendi emri altında toplama hevesine kapıldı. Bu yüzden babası ile arası açıldı. Oğlunun kendisine karşı itâatsizlik etmesinden dolayı, Abdullah Han çok üzüldü ve hastalanarak yatağa düştü. Kısa bir süre sonra üzüntüsünden hastalığı arttı ve 1595 (H.1004) senesinde, Semerkand’da vefât etti. 1598 senesinde vefât ettiği de rivayet edilir. vefât ettiğinde 62 yaşında idi. Kırk beş senelik hükümdarlığının; on üç senesinde babasının yerine, otuz iki senesinde de kendi nâmına icraatta bulundu.

Harpte ve Sulhde İbadetlerine Çok Dikkat Ederdi

Zamanın en mümtaz âlimlerinin elinde yetişen Abdullah Han, iktidarı boyunca evliyalar diyarı olan Buhârâ’ya bir çok hizmetlerde bulundu. Beş vakit namazını harpte ve sulhda intizamlı bir şekilde kıldığı gibi, nafile namazlara da bir intizam içerisinde devam ederdi. Hizmetiyle şereflendiği Horasan ve Mâverâünnehr evliyasının, her dâim feyz ve bereketlerine kavuştu. Âlim ve talebelere çok kıymet veren Abdullah Han, meclislerini onlarla süslerdi.

Devrin evliya ve âlimlerine, maddî ve manevî imkanlar sağladı. Arazi verdi. İslâmiyet’in yayılması için, Sibirya dâhil, çevre memleketlere rehber âlimler gönderdi. Mâverâünnehr, Türkistan, Horasan ve havâlisinde Ehl-i sünnet îtikâdının yayılması için çalıştı. Memleketinde medfûn bulunan kıymetli şahsiyetlerin ve Belh’de medfûn Eshâb-ı kiramdan Ukâşe bin Mihsan’ın kabrini muhteşem bir şekilde îmâr ve tezyin ettirdi. Hâce Ebû Nasr Pârisâ hazretlerinin de kabrini yaptırdı. Yılan Otı denilen yere bir kitabe diktirdi.

Adaleti ve Refahı Sağladı

On altıncı asırda Mâverâünnehr ve Türkistan’da en büyük Özbek hânı olan Abdullah Han, memleket içinde merkeziyetçi bir idare, dışarda da güçlü ittifak sistemleri kurdu. Mâverâünnehr’e sulh, sükûn ve huzur getirdi. Adaleti ve refahı sağladı, îmâra ehemmiyet verdi. Yaptırdığı cami, medrese, han, hamam, hastahâne ve su sarnıçlarının sayısı bine ulaştı. Kermine ve Murata taraflarındaki çorak sahaları sulayarak, ekilebilir hale getirdi. Zerefşan ve Kaşka Derya’daki köprüleri yaptırdı. Zirâat gelişip, tahıl, meyve, sebze ve bilhassa pamuk istihsâli arttı.

Abdullah Han, halkın hem eğitim ve öğretimi, hem de refahı için büyük gayret sarfetti. Zamanında, medreseler, talebeler ile dolup taştı. Medreselerin ihtiyaçları, vakıflar tarafından karşılanırdı.

Medreselerde yetiştirilen tasavvuf ehli âlimleri îmâr edilen yerlere iskân ederek, o mahallin, maddî ve manevî bakımdan kalkınmasını sağladı. Belh şehri çok mâmurlaşıp, nüfûsu arttı. Yeni mahalleler kuruldu. Etrafı surlarla çevrildi. Başşehir Buhara, yol ağı ile örüldü. Kara ve deniz yoluyla, dünyânın her tarafıyla irtibat kuruldu.

Buhârâ-Rusya, Belh-Hindistan ve daha başka ticâret merkezleriyle, ülkelerarası, deniz aşırı memleketlerle ticâret yapıldı. Bilhassa Özbekler ile Bâbürlüler arasındaki ticâret yolu emniyet altına alınıp, her mevsim, kervanlar çalışır hâle geldi. Edres, kamka, kendek, kitat, zendeni adı verilen kumaşlar ihraç edilip; çay, baharat, deri, kösele, mutfak ve ev eşyası, süs eşyası, ateşli silâhlar, Frenk kumaşları ithâl edildi. Malların toplanıp mahzenlenmesi ve pazarlanması için, Mâverâünnehr tam bir ticâret merkezi hâline geldi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder